Pazar akşamı Eivør'un online konserine katıldım. Evinin oturma odasından, eşi ve kız kardeşiyle birlikte yayınladığı bu akustik konser, benim de aylardan sonraki ilk "konsere yakın deneyimim" oldu. İlk resmi online konser deneyimim olacağı için çok heyecanlıydım. Normal zamanda olsa bir konserden neler beklenceğini bilebiliyorum. Fakat artık "normal" değişti. Neyse, güzel bir gece oldu. Tabii sahne performansı kadar uzun sürmedi. Elli dakikaydı ve bir kısmı da hayranların yazdıklarına cevap vererek geçti (sekiz şarkı okudu sanırım). Ama yalnız yaşayan bir insanın pazar gecesini renklendirmeye yeter. Hem elde şarap kadehleri, karşılıklı sevdiğiniz bir sanatçıyla -ekran üzerinden- kadeh tokuşturmak güzel oluyormuş. Bir saatliğine Danimarka'daki bir eve konuk olduk. Kendisinin de dediği gibi, iyi ki internet var. Pandemi döneminde iyi kötü dünyayla iletişimimizi ancak internetle sağlayabilirdik. Doksanlarda yaşansaydı bu, ne yapardık?
Konsere efsanevi Gloomy Sunday şarkısını yorumlayarak başladı ki bu melankolik şarkıyı bir de kendisinden, bir pazar gecesinde dinlemek güzel oldu. Devamında ağırlıkla yeni albümü Segl'den şarkılar çaldı. Karantinalar öncesi verdiği son canlı konser İstanbul'daydı (Mart veya Nisan olmalı) ve o gece de albümünden çalmıştı (maalesef gidememiştim). Dolayısıyla epey iyi oldu. Yeni albümü ilk elden dinlemiş oldum (ama uzaktan ama ekrandan, napalım).
Eivør, olağanüstü bir sanatçı. Sevgimi şöyle ifade edeyim, sesini en çok sevdiğim kadın şarkıcı. Tartışmasız öyle. Sesinde uhrevi bir güzellik var. Sesinin o doğal berraklığı ve öte yandan gücü, müthiş tekniğiyle birleşince ortaya cenetten dökülen melodiler çıkıyor. 2018 yılında kendisi ile konserinde tanıştığımda nutkum tutulmuştu (yazım burada). O günden sonra bütün şarkılarını ezberledim diyebilirim. Bu mini konser bana yeni albümünü yazmam için bir fırsat tanıdı. Gelin sizle biraz Segl konuşalım.
Segl, aslında çıktığı ilk gün dinlediğim albümlerden biriydi. Ama bir türlü yazma fırsatım olmadı. Çünkü kafamda oturmayan şarkılar vardı. Akustik müziğin iyi yanı tamamen sözlere ve duyguya odaklanabilmek. Dolayısıyla kafamı kurcalayan şarkıların çıplak hallerini dinlemek albüme dair bazı fikirlerimi olumlu yönde değiştirdi. Zira ilk dinlemelerimde Segl'i, Slør'dan sonra bir geriye düşüş olarak görmüştüm.
Diğer albümlerine göre çok daha elektronik ve pop müziklerin etkisi altında ve Faroe dilinde şarkıların sayısı da epey azalmış. O alıştığımız etnik müziğe elektronik dokunuşlarla ortaya çıkarılan şarkılar yerini baya pop şarkılarına bırakmış (sonu Sia gibi olmasın).
Açılışı yapan Faroe dilinde söylenen Mánasegl, konserde anlattığına göre (umutlara) yelken açmak üzerineymiş. Konser sırasında akustik yorumunu çok daha iyi buldum; çünkü albümde Eivør'un sesiyle biraz oynanmış ve plastikleşmiş. Bu kadar mucizevi bir sese yapılacak en büyük kötülüklerden. Neyse ki iki dakikacık.
Let It Come, gerçek bir Eivør şarkısı diyebiliriz. Kate Bush'u andıran yüksek perdedelere dokunduran vokaliyle, hipnotik trip-hop ritmiyle. Sözleriyle bu albümün temasını da biraz belli ediyor aslında, "her şey değişir, gün ne getirirse getirsin hepsine hazırım".
Hands, ilk dinlemede ilgimi çeken şarkılardan biriydi. Konserde akustik halini dinlerken şarkının içime içime işlediğini farkettim. Demek sahnede izlesek darma duman olacakmışız. Usul usul başlayan piyanoya tam kontrol sesiyle eşlik eden Eivør, şarkı için sıradan bir aşk şarkısı dese de bir şeyler bir başka ilerliyor bu şarkıda ve unutulmazlar arasında yer buluyor kendine. Ona en çok yakıştırdığım şey böyle balladlar. Can acıtıyor böyle şarkıları söylediği zamanlarda.
Gelelim albümdeki favorilerime. Nothing to Fear, yine ilk görüşte dikkatimden kaçan şarkılardan biriydi. Son bir haftadır tekrar dinleye dinleye aslında ne kadar güzel bir şarkı olduğunu farkettim. Konser sırasında sözlerine ve mırıldanmalarına vurulmuştum. Şimdi ise düzenlemesine (o synthler yok mu synthler). İlla pop kulvarına direksiyon kırılacaksa bu yoldan ilerlesin. Müthiş müthiş. Bir kere dinlemeye başlayınca tekrar tekrar dinleme isteği yaratıyor. Yılın en güzel pop şarkısı olabilir mi dersiniz? SON SES!
Hava çok soğuk, tadı özgürlük gibi.
Gitmesine izin verme, sen tanıdığım en cesur oğlansın."
Bir şey hariç, 'çok gençtik ve kalplerimiz neredeyse patlıyordu.'
Oysa gerçek aşkı bulabilmek için, önce kaybetmelisin."
Müthiş düzenlemesiyle This City, albümün en karanlık hissettiren şarkısı. Tricky ile bir düet olsaymış hiç şaşırtmazdı. Hele o nakarata eşlik eden melodi...
Şimdi bu albümün tacını Only Love taşıyor dedim ama Patience şarkısını ne yapacağız? Eski günlerini andıran Patience, Eivør'u merak eden arkadaşlara ilk önereceğim şarkılardan biri olacaktır çünkü tüm karakteristik özelliklerini taşıyor. Minimal bir düzenleme, ciğer söken yaylı kullanımı (düzenlemeler kocasına ait), müthiş bir Eivør vokali. Bir saat sürse yine dinlenir. İskandinavların melankoliği de çetin ceviz oluyor.
Albümün ikinci yarısı diğerine oranla çok daha iyi. Gullspunnin de kapanışı yaparken bu kalite çıtasını düşürmek bir yana daha da yükseğe çıkarıyor. Sigur Ros şarkılarını andıran Gullspunnin, ninni gibi bir kapanış ile bizleri buzul diyarından gerçek dünyamıza uğurluyor. Rüya bitti.
Bunları Dinlemek Lazım: Only Love, Hands, Nothing to Fear, Patience, Gullspunnin
İlk defa duyduğum bir isim. Türkiye'de çok popüler birisi değil sanırım.
YanıtlaSilOnline konserler bir süre daha devam edeceğe benziyor.
Aslında bir süredir epey ünlü diyebilirim (Last Kingdom diye bir dizinin müzikleriyle ünlenmiş ülkemizde, ben ise konsere gittiğimde tanıdım, diziyi seyretmedim). Kendine has bir kitle yarattı. Az ve sadık. Son iki yılda Türkiye'de iki farklı şehirde iki konser verdi ve az çok biletler tükenmişti. Güzel gelişme :)
SilUmarım devam etmez, özledik canlı konserleri.
Online sanat etkinlikleri işine bir türlü alışamadım. Ama sen iyi yapmışsın, iyi geldiğine sevindim:)
YanıtlaSilBakalım gelecek cuma akşamı Tatbikat'ın Fahrenheit 451 temsilini izleyeceğim online şekilde :)
Sil