"Japonya, tüm o savaş sonrası dönem boyunca bunun için mi mücadele etti?
Yirmilerinin ortasında erişkin erkekler, sapıklar gibi giyinmiş,
Gerizekalılar gibi kahkahalar atıp kıkırdıyor ve hiçliğin ortasında karaoke yapıyorlar."
"Seks, iki kişinin yalnızca soyunup birbirine dolaştığı bir şey değildi.
Daha bir çok şey dahildi buna, sizi iyi hissettiren şeyler,
Size, olduğunuz kişiyi unutturan şeyler,
Ve tüylerinizi diken diken edecek şekilde sizi ürküten şeyler
Ve sizi uyumaktan alıkoyacak derecede değer verdiğiniz şeyler
Ve sizi mutluluktan aşağı yukarı sıçratan şeyler
O tarz şeylerden katman katman,
Hepsi bir arada yapışkan bir karışım oluşturmuş
Kanla, terle ve aşk suyuyla."
Yirmilerinin ortasında erişkin erkekler, sapıklar gibi giyinmiş,
Gerizekalılar gibi kahkahalar atıp kıkırdıyor ve hiçliğin ortasında karaoke yapıyorlar."
"Seks, iki kişinin yalnızca soyunup birbirine dolaştığı bir şey değildi.
Daha bir çok şey dahildi buna, sizi iyi hissettiren şeyler,
Size, olduğunuz kişiyi unutturan şeyler,
Ve tüylerinizi diken diken edecek şekilde sizi ürküten şeyler
Ve sizi uyumaktan alıkoyacak derecede değer verdiğiniz şeyler
Ve sizi mutluluktan aşağı yukarı sıçratan şeyler
O tarz şeylerden katman katman,
Hepsi bir arada yapışkan bir karışım oluşturmuş
Kanla, terle ve aşk suyuyla."
Yeniden eskisi gibi şevkle kitap okuyabilmek için epey çabalıyorum. Sonuç alıyor gibiyim. Normalde okurken zorlanmadığım, bir nevi bende cips etkisi yaratan yazarlarıma sarıldım. Tutup da bu isteksizlikle Proust okuyacak halim yoktu. Bu "cips" yazarların destekleri ile ufak ufak sahalara döndüm. Kim bu isimler? Stephen King mesela. Her zaman çok rahat okumuşumdur. It (O) kitabını yatak döşek yattığım bir zamanda bitirmiştim. Tuğla gibi de olsa bir iki haftada kitapları bitiyor. En sevimsiz bulduğum Tom Gordon'a Aşık Olan Kız kısa romanını bile bir çırpıda okumuştum (filmi çekiliyor!). Sonra Haruki Murakami'yi de kafam doluyken okuyabiliyorum. Genelde ilginç şeyler üstüne yazıyor ve kitaplarında yarattığı karaktlerin şeffaf ve melankolik olmaları hoşuma gidiyor. Ama tekrar edeyim, Murakami iyi bir güncel yazar olsa da kendisini ağır siklet yazarlarla aynı kategoriye dahil edemem. Bazıları neden Nobel'i alamadığından yakınıp duruyor. Her ne kadar Nobel'in bir değeri olmasa da o ödüle layık gösterilen yazarların yüzde doksanı Murakami'den daha nitelikli kalemlerdi. Bir de benim Murakami'm var. Neden benim diyorum çünkü Ryu Murakami'nin (akraba değiller) ülkemizde alıcısı yok. Tek sebebi de yayınevlerinin ilgisizliği. Yoksa çevrilse kitaplarının tutmaması için bir sebep göremiyorum. Bildiğim kadarıyla sadece iki kitabı çevrildi ki onların da bugün baskıları yok. Vaktiyle blogumda bahsetmiştim (buradan buyrunuz). Yakında Love & Pop kitabına başlayacağım, yazarım. Sadece tek bir dile çevrilmiş. Tabii ki Fransızca'ya. Fransızlar saolsun Japon yazarları -hele bir de içinde seks ve cinayet varsa- anında dillerine kazandırıyor. İngiliz ve Türk yayıncılar uyuyadursun. Raffles Hôtel, Lignes, Kyoko, Parasites gibi kitapları da hala çevrilmedi (bari sesimi İngiliz yayıncılar duysun, papa can you hear me?) ki bu kitapların içinde bazıları çok önemli.
Bu sene onun kitaplarında çapa attım. Yine bir kitabını okudum geçenlerde. Aman yarabbi. Tam sinir harbi. Yine kanım çekildi. Gerilimli, sürükleyici ve grotesk. Popular Hits of the Showa Era, yazarın en güzel kitabı olmasa da iyi örnekleri arasında sayılabilir. İlk başlarda biraz hayalkırıklığı yaşatsa da sayfalar aktıkça o alıştığımız Ryu dehşeti baş gösteriyor. Gerilim artıyor; baş üstünde baş kalmıyor. Konusu bile melun.
Ne akla hizmet yaşadıkları belirsiz bir grup genç erkek yirmili yaşlarında; hepsi asosyal ve hatta sosyopat. Tek bildikleri geceleri bir araya gelip terk edilmiş göl kenarında karaoke yapmak (kimin geri vokal kimin vokal kimin ise şoförlük yapacağına taş-kağıt-makasla karar veriyorlar, sonrasında rujlarını sürüp, kostümlerini giyerek ışık ve kameralarını alarak yola koyuluyorlar). Öncesinde ise buluştukları apartman dairesinde komşu kızını soyunurken camdan dikizliyor ve durmadan aptalca gülüyorlar. İçlerinden birisi Japon faşist gençlik teşkilatına üye, öbürü zengin görüntüsüne rağmen bir fabrika çalışanı, beriki üstünde kılıçla bıçakla dolaşıyor. Acayip acayip tipler yani.
Diğer yanda otuzlarının sonunu yaşayan, bir grup kadın. Evliliklerini sürdürememiş, bekarlar. Onlar da geceleri bir araya gelip karaoke yapıp şarkı söylüyorlar (ama kulüplerde). Sosyal ilişkilerde bu grubun üyeleri de problemli; ama erkeklere oranla daha sosyaller.
Derken bir gün, bu erkeklerden biri, kadın grubundan birini sokak ortasında taciz ediyor ve kadın da tepki gösterince oğlan kadını oracıkta öldürüveriyor. Saatlerce yol ortasında cesedi duran ve kimsenin oralı olmadığı kadının gruptaki arkadaşları haberi aldığında intikam yemini ediyor ve bu iki grup arasında sonsuz bir savaş başlıyor. Kadınlar kendi aralarında bir "el yapımı" silah üretip bununla yol ortasına işerken yakaladıkları oğlanı öldürüyor. Böyle böyle vuruşmalar şiddetlenerek iş roket atarlara, yangın bombalarına kadar tırmanıyor.
Bu sene onun kitaplarında çapa attım. Yine bir kitabını okudum geçenlerde. Aman yarabbi. Tam sinir harbi. Yine kanım çekildi. Gerilimli, sürükleyici ve grotesk. Popular Hits of the Showa Era, yazarın en güzel kitabı olmasa da iyi örnekleri arasında sayılabilir. İlk başlarda biraz hayalkırıklığı yaşatsa da sayfalar aktıkça o alıştığımız Ryu dehşeti baş gösteriyor. Gerilim artıyor; baş üstünde baş kalmıyor. Konusu bile melun.
Ne akla hizmet yaşadıkları belirsiz bir grup genç erkek yirmili yaşlarında; hepsi asosyal ve hatta sosyopat. Tek bildikleri geceleri bir araya gelip terk edilmiş göl kenarında karaoke yapmak (kimin geri vokal kimin vokal kimin ise şoförlük yapacağına taş-kağıt-makasla karar veriyorlar, sonrasında rujlarını sürüp, kostümlerini giyerek ışık ve kameralarını alarak yola koyuluyorlar). Öncesinde ise buluştukları apartman dairesinde komşu kızını soyunurken camdan dikizliyor ve durmadan aptalca gülüyorlar. İçlerinden birisi Japon faşist gençlik teşkilatına üye, öbürü zengin görüntüsüne rağmen bir fabrika çalışanı, beriki üstünde kılıçla bıçakla dolaşıyor. Acayip acayip tipler yani.
Diğer yanda otuzlarının sonunu yaşayan, bir grup kadın. Evliliklerini sürdürememiş, bekarlar. Onlar da geceleri bir araya gelip karaoke yapıp şarkı söylüyorlar (ama kulüplerde). Sosyal ilişkilerde bu grubun üyeleri de problemli; ama erkeklere oranla daha sosyaller.
Derken bir gün, bu erkeklerden biri, kadın grubundan birini sokak ortasında taciz ediyor ve kadın da tepki gösterince oğlan kadını oracıkta öldürüveriyor. Saatlerce yol ortasında cesedi duran ve kimsenin oralı olmadığı kadının gruptaki arkadaşları haberi aldığında intikam yemini ediyor ve bu iki grup arasında sonsuz bir savaş başlıyor. Kadınlar kendi aralarında bir "el yapımı" silah üretip bununla yol ortasına işerken yakaladıkları oğlanı öldürüyor. Böyle böyle vuruşmalar şiddetlenerek iş roket atarlara, yangın bombalarına kadar tırmanıyor.
Amansız iz sürmeler, korkunç cinayetler, rahatsız edici sosyal analizler ve yine acayip tipler. Mesela oğlanlar yine bir gece karşı komşu kızını dikizlerken genç kızın daireler çizerek kollarını açmak suretiyle dans ettiğini gördüğünde kendilerinden geçiyorlar ve adeta dua edercesine yere çöküp karaokeye girişiyolar. Nishida Sachiko'nun "Akashia Yağmuru Dindiğinde" şarkısını söylemek o an grup için orgazm hissiyatı yaratıyor ve şarkı bittiğinde hepsi huzura eriyor (Tarantino halt etmiş bu Ryu'nun yanında..)
Okuması kolay, sindirimi zor. Tabi içinde birçok sosyolojik tespit gizli. Özellikle bu karaoke mevzusu Japonya'da ciddi bir sosyolojik fenomen. Varoluş problemi, hayattan kaçmak/hayatı ıskalamak, orta yaş bunalımı gibi meseleler de kitabın geri planında yatan meselelerden. Ryu Murakami, tekinsiz bir tip olsa da çok iyi bir yazar; sizi son sayfaya kadar sürüklemeden bırakmıyor. Aşağı yukarı çoğu romanını okudum, Şeffaf Mavi dışında beğenmediğim bir kitabına rastlamadım (belki Emanet Dolabı Bebekleri'ne vasat diyebilirim). Hem yeryüzünde kaç yazar biliyorsunuz, karaoke sever iki ayrı asosyal grubu birbiriyle konvansiyonel bir savaşa soksun; deli işi. O zaman kitapta çalan şarkılar arasından en sevdiğimi paylaşayım.
Çalan diğer şarkılar:
- Pinky & the Killers - Koi no kisetsu
- Kikuchi Akiko - Hoshi no Nagari ni
- Minami Haruo - Chanchiki okesa
- Frank Nagai - Yuurakuchou De Aimashou
- Hirano Aiko - Minato ga Mieru Oka
- Isihara Yujirou - Sabita naifu
- Nishida Sachiko - Akashia no amega yamutoki
- Masao Kikuchi - Honemade Aishite
- ? - Dreams Anytime (kitapta sadece şarkı belirtilmiş, sanatçısını bulamadım)
- Kiyohiko Ozaki - Mata au himade
Dediğin gibi yayıncılar ilgi gösterse okuyucusu çok olabilir. Bir iki kişiyi tutturmuş gidiyorlar.
YanıtlaSilGeçen salı günü Murat Gülsoy ve Orhan Eskiköy Zoom üzerinden "Her Şeyi Bitirmeyi" düşünüyorum söyleşisi yaptılar. Katılmadım ama sana haber vermek istedim. Gel gör ki buralara da giremedim o ara. Murat Gülsoy'u takip ediyorum. Söyleşiyi YouTube'da yayınlarlar belki, ilgilenirsen bu şekilde haber vereyim:)
Japon edebiyatı denince sadece iki kişiye ilgi gösteriyorlar. (Haruki) Murakami ve Mishima. Sevdiğim yazarlar onlar da ama Tanizaki bile son yıllarda keşfedildi ki benim en sevdiğim Japon yazarı olabilir. Epey kitabı çevrildi. Nazlı Kar'ı da Can çevirdi son yıllarda. Soseki'nin eksikleri çok. Bu konuda haklarını vermek lazım, görece daha küçük yayınevleri ilgi gösteriyor. Turkuvaz'dan da Japon edebiyatı örnekleri çıkıyor son zamanlarda. Bir ondan bir şundan gidiyoruz. Japonca bilsem inanın yayınevlerine ulaşacağım. Üçe beş bakmadan çeviriyi yapacağım. O kadar :D
SilAklımda bulunsun. Zoom buluşmaları güzel oluyor :)
Haruki Murakami'ye ben bayılıyorum. Hemen hemen tüm kitaplarını bitirdim. Tek tük okumadığım kaldı. En son "Dans Dans Dans'ı" bitirdim. Baya güzeldi. S.King'in ise, eğer okumadıysan "Kara Kule" serisini tavsiye ederim.
YanıtlaSilDance Dance Dance benim en sevdiğim Haruki romanıdır :) Vaktiyle çok acil dilimize kazandırılmalı diye yazmıştım. Sonunda 2020'de gerçekleşti. Ne güzeli kitaptır o.
SilKara Kulegillere başlamak istiyorum fakat ona biraz zaman ayırmak lazım. Seri olduğu için peşpeşe okumak lazım sanki? Bilemedim. Belki bir ilk kitabı alır denerim :) Ama hep aklımda. Teşekkürler.