Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

11 Nisan 2022 Pazartesi

Burası Cennet Olmalı


"Vivre, c'est passer d'un espace a un autre, en essayant le plus possible de ne pas se cogner."

- Georges Perec (Especes d'espaces)


Kitabı okurken bu cümlenin altını kalın kalın çizdim. Ve yakınlarda izlediğim bir filmi hatırladım.

Filistinli yönetmen Elia Suleiman imzalı absürd komedi filmi It Must Be Heaven, son yıllarda izlediğim en duru filmlerden biriydi. Türkiye, Katar, Fransa, Almanya, Kanada ve Filistin ortak yapımı olan bu film sinemaya inandıran cinsten. Nazareth (Nasira), Paris ve New York üçgeninde süregelen filmde diyalog çok az. Aslında ortada elle tutulur bir "hikaye" de yok. Monoton Ortadoğu hayatında kayıp durumdaki Suleiman, bir gün yola düşüyor ve dünyanın farklı şehirlerinde "süzülüyor". Evet süzülüyor gerçekten (alıntıyı andırıyor). Sokaklarında sessizce dolaşıyor. Sessiz... Bu filmin sesi sessizlik. Usulca ilerliyor. Kimseye bulaşmadan.

Film boyunca tek bir sahnede bir şeyler söyleyen Suleiman'ın sessizliğinin gerekçesi var. Her şey absürd! Gerçek hayatında Suleiman bu durumu şöyle açıklıyor, "her yer bir Filistin'e dönüşüverdi." Film de bunun üstüne kurulu. Komşusu (İsrail?) olan adam Suleiman'a ait bahçede kafasına göre limonları çalıyor, ağaç dallarını buduyor. Suleiman balkondan onu gözetlediğindeyse kendisine şirin gözüküyor. Sanki o toprak parçası kendisininmiş gibi. Arabayla giderken yanından geçen ekip otosunda gözleri bağlanmış genç bir kız görüyor. İsrail askerleri ise kızı umursamadan gözlüklerini değiştirip keyiflerine bakıyor. Bu ikiyüzlülükten uzaklaşan Suleiman, soluğu Avrupa'nın gözbebeğinde alıyor.

Paris'te kadınlar ve erkekler bir defiledeymiş gibi dolaşıyor sokak ortasında en Parizyen halleriyle. Herkes mutlu ve özgür gibi görünüyor. Sokakta yaşayan adama "sosyal devlet" yardım ediyor (tiramisu teklif ediyorlar yemesi için). Pespembe tablo. Fakat o da ne! Gençler hırslızlık yapıyor. Metroda bir kadının başına on polis dikiliyor. Sokaklarda tanklar dolaşıyor. Tepede jetler. Militarizm soluyorlar. Havai fişeklerle kutluyorlar. "Özgürlüğün" bedeli var. Amerika'da ise işler acayip. Herkes silahlarıyla market gezmesinde. Sokakta baba ailesiyle taksiden iniyor ve bazukasını çıkarıyor. Dar sokakta Suleiman tek başına yürürken peşinde dönüp duran helikopter. İstihbarat takipte. Ama en büyük günah ise "gerçek". Femen kadını üzerine Filistin renklerini boyamış şekilde parkta çıplak şekilde belirince polisler çıldırıyor ve parkı amansızca kuşatıyor; aman ha Filistin'in sesi duyulmasın.

Dünyayı gezen Suleiman'dan duymak istedikleri Filistin ise bir yanılsama. Sadece ajitasyon istiyorlar hikayede. Kimse bir Filistinli nasıl yaşar neler hisseder umursamıyor. Çünkü "Filistin davası" bile satılmaya değer bir reklam ürünü. Taksici Filistinli olduğunu duyunca "Karafat'a bayılıyoruz, bunu söylediğim zaman karım inanamayacak" diye Suleiman'ı bir egzotik mahluk gibi tanımlıyor.

Filmin beni en çok etkileyen yeri final sahnesi. Suleiman Filistin'e dönüyor ve gençlerle dolu bir club'ta içeceğini yudumlarken yarınlar yokmuş gibi dans eden gençlere boş gözlerle bakıyor. Yuri Mrakadi - Arabiyon Ana remixi bangır bangır çalarken insanlar zafer işaretleri yaparak dans ediyor. Sanki yaşam her şeye rağmen yaşanmaya değermiş gibi. Sanki yaşam bir gün dengeye gelecekmiş gibi. Sanki yaşam bir gün savaşlardan azade olacakmış gibi.

Ekran kararıyor. "Filistine" ithafını görüyoruz.


Filmin hissettirdikleri bu. Bir de bugünleri özetleyelim: tiksinme.

Pink Floyd geçtiğimiz ay şarkılarını Rusya platformlarından kaldırmıştı. Geçenlerde de yeni şarkı yapmışlar. Ne ala. Barıştan yanayız, savaşa karşıyız, göçmenlerin yanındayız oh yeah! Bruce Springsteen, Ozzy Osbourne, Deep Purple ve daha birçok "efsane"den salvolar geliyor. Konserler veriliyor. Videolar çekiliyor. İyi güzel, benim de kalbimin bir yanı Kiev'le atıyor (söylemem gereksiz bile). Ama sahi ya, bu dayanışma ruhu neredeydi? Savaş ve kan dibinizde bitene kadar.. Hele şu lafları duydukça uçan tekme atasım geliyor: "bu Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan beri gördüğü en büyük trajedi". Yok yahu?! Yugoslavya parça pinçik edilirken, Boşnaklar toplu mezarlara sığdırılırken neredeymiş bu Avrupai hasassiyet. Lafa bak.

Hadi sizin umrunuzda bile değil Yemen'de HALA öldürülen çocuklar (daha geçen Intercept'te yazısı çıktı-yeni hükümet döneminde Yemen'deki durum eskisinden de kötüymüş). Suriye'de, Irak'ta, Libya'da, Afganistan'da olup bitenlere zaten duyarsızsınız. "Kavruk" insanlar, "Müslüman" insanlar ölüyor nasılsa. Size ne! Ama bu kadar yüzsüzlük... Çok. Midem kaldırmıyor böylesini. Hadi Ortadoğu'da Afrika'da orda burada olanlara yabancısınız. "Avrupa" kıtasında olup biten Boşnak ölümlerini de yok saymak nedir? Kafayı yemişler.

Suleiman haklı. Sessizlik. Bazen susmak iyidir. Şarkıcı müsvettelerini gördükçe asabım bozuluyor. Değerleri küçülüyor. Ne kadar da konformist ve aslında ukala olduklarını farkediyorum. İşlerine gelince aktivizm. Gelmeyince sus pus. Hadi oradan. Acılar yarıştırılmaz. Ben burada "şu gün neredeydiniz"cilik yapmıyorum. Sadece ayna tutuyorum. Madem bu kadar sesiniz çıkabiliyor neden susuyorsunuz. 11 senedir bir iç savaş var Suriye'de. Pink Floyd efendi bir araya geldi mi? Şarkı kaydetti mi? Beklemiyorum. Şarkınızı münasip yerinize sokabilirsiniz.

Sorarım. Cennet midir burası?

2 yorum:

  1. bu filmi mubi'de görüp izlememiştim beğendiysen bunu da hemen listeye alayım :)
    sen acıları yarıştırmıyorsun ama onlar çıkarlarını yarıştırıyorlar ortada olan sivil halka en çok da çocuklara oluyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben sevdim :) Mutlaka izle diyemem belki ama seyredersen de pişman olmazsın.

      Sil