"Grace Jones... sondur, başlangıçtır ve sesin kendisidir"
Slave to the Rhythm'ın tekli kapağının arkasındaki bu dipnot dikkat çeker (yaa, bakın, eski kafalı olup albüm koleksiyonuna sahip çıkmanın, dahası hala genişletmenin faydaları). Grace Jones'un ilk dinlediğim şarkısı La vie ne rose olsa da kendisine ilgi duymam Slave to the Rhythm'la başladı. Lisedeyim. Deli gibi pop müzik dinliyorum ama ne hikmetse sınıfın en az popüler çocuklarındanım. O güne kadar dinlediğim ve idol aldığım yıldızları şöyle bir gözümün önünden geçiriyorum. Madonna, Prince, Michael Jackson, Cyndi Lauper, Tina Turner, Cher,.. Neden Grace yok? Çünkü ismi yok. İsmi aslında var fakat hakkında bildiklerimiz kısıtlı. O meşhur pozu biliyorum. Bir de disko müzikle ilgilendiğini. Ne klipleri dönüyor televizyonlarda ne dergilerde hakkında yazılar çıkıyor. Ara sıra iki satır bir şeyler görüyorum hepsi o. Oysa ki bahsettiğim dönemlerde James Bond'daki rolünün etkileri hala süregeliyor. Neyse bir şekilde kendisine ulaşıyorum. Fakat içine girip sevmem zaman alıyor. Daha öncesinde dinlediğim hiçbir popçuya benzemiyor. Bir kere çok katmanlı. New wave, reggae, disco, pop, synthpop, funk ne ararsanız! Hem Grace'in mırıldanır gibi olan vokali de bana yardımcı olmuyor. Çünkü o yaştaki bilgimle bu kadın "şarkı söylemiyor." Ama bir şeyler var ki onda beni cezbediyor ve peşini bırakmıyorum.
Slave to the Rhythm'daki o esrarengiz havayı solumak için yanıyorum. I Need a Man diye bir şarkısını dinliyorum. O gün imzalar atılıyor, evleniyoruz. Ölüm bizi ayırana kadar diyoruz, alkış kıyamet.
Devamında galiba bir toplama albümünü bulup dinlediğimi hatırlıyorum. Felaket zorlanmıştım. Iggy Pop'tan sevdiğimiz Nightclubbing ne hale gelmiş (oysa ki daha ne toyum, bugün şarkının şehveti karşısında belim bükülürcesine eğilerek selamlıyorum). Bu arada şarkının bulunduğu albümün kapağına da değinmeden geçmeyelim. David Bowie'den önce galiba ilk gördüğüm androjen kişi Grace'tir. Müzik tarihinin en güçlü kapaklarındandır. Kafamdaki bazı duvarları yıkmıştır.
Ne oldu bilmiyorum, müzikle arasına mesafe girdi. Ben de kendisinden uzaklaştım. Aslında unuttum diyebiliriz. Çünkü doksanları tamamen boş geçirdi. Bulletprof Heart'tan sonra bir albüm yapması için tam on dokuz yıl geçti. O güne kadar muazzam Amado Mio'suyla yetindim. Favori şarkım. Rita Hayworth'ın söylediği bu şarkıyı Amazonların ortasında bir cadının ağzıyla yorumlar gibi bir hali var.
Hurricane ile tekrardan sahalara dönse de beni cezbeden bir albüm olmadı. Bugün bile sevdiğimi söyleyemem. Keşke tersi olsaydı. 2010 yılında ülkemize konser vermek için geldi ve maalesef Bob Dylan'ın azizliğine uğrayıp elimdeki son parayı Dylan'da yedim. Pişmanım diyemem (şu setlist çarpar adamı) ama Grace'i dünya gözüyle görmek eşsiz bir deneyim olurdu. Hayat seçimlerden ibaret elbette. Her yere yetişmek zor. Vaktiyle Leonard Cohen için Dead Can Dance konserinden vazgeçtim. Aynı güne çakmıştı. Yapacak bir şey yok.
O günden bugüne dek ara ara konserler verdi (2019'daki Pride Island'a imzasını attı). Düetler yaptı (Gorillaz gibi). Ama uzun çalar bir albüm kaydetmedi. İnsanlık için bir kayıp. Bugün 70'lerini yaşıyor ve yeni bir albüm daha çıkarır mı emin değilim. Biraz isteksiz olduğunu görüyorum. Son röportajlarında "bunu sonsuza kadar yapamam, torunum oldu" diyor. O da haklı. Ama Grace gibileri kolay kolay bırakmayız. Çünkü herkeste önce onlar vardı.
Gelelim önemine...
Bir kere modayı pop müzikle en iyi harmanlayan kişilerden biriydi Grace. Google'ı açın. Birkaç resimden sonra defilede gibi hissedeceksiniz. Neler neler giydi. Bugün kimi popçular için "çılgın" diyoruz ama arşivler yalan söylemez. Ayrıca marjinal görünüş moda olmadan önce de marjinal biriydi. Lady Gaga'ymış, oymuş buymuş, geçin. Hiçbir şey yapmıyorlar. Grace ve birkaç isim, marjinalliğin ansiklopedisiydi. Pop müzikte kadın ve siyahi olmak da kolay iş değil. Yetmişlerin sonunda disko kültürüyle birlikte bu yavaş yavaş yıkıldığında Grace o yıkıntıların altından kalktı ve gururlu bir şekilde bedenini ortaya koydu. Tina Turner'ın rock müzikte yaptığını o da pop müzikte yaptı. Ve bugünden bakıldığında minimal görünse de "pop sahne şovu" işine kalkışan ilk isimlerden biri. Delinin önde gideni (uzun yılların ürünü biyografisinin bu fragmanını şuraya bırakayım).
Benim için Grace Jones gerçek sanatçının tanımı. Kendi vücudunu adeta bir tuval olarak kullandı. Bunu yapan inanın çok fazla sanatçı yok müzik dünyasında. David Bowie, Prince, Madonna gibileri sayabiliriz onun yanında. Bedenlerini (ve imajlarını) sürekli bukalemun gibi değiştiren. Hiçbir zaman aynı Grace'ten iki tane olmadı. Matruşka gibi her seferinde içinden yeni bir Grace çıktı. Toplumdaki güzellik algısını yıktı kısa ve erkeksi saçları, maskülen ve kaslı vücuduyla. Belki en unutulmaz disko şarkıcısı olamadı ama en farklı ve en cesuruydu. Gerçek bir savaşçı. Güçlü kadınlara olan hayranlığımın yegane sebeplerinden. Çocukluğuma inildiğinde karşımıza ilk çıkanlardan biri Grace olurdu. Son günlerde kendisi tekrardan aklıma düştü ve adeta ikinci balayımızı yaşıyoruz.
Tabii Grace'in ilginç özelliklerinden biri -Jamaika genlerinin verdiği bir şey olsa gerek- şarkılarındaki tropikallik. Disko ve sonrası dönemlerde kaydettiği şarkıların önemli bir kısmını dinlerken sizde şöyle bir imaj oluşuyor: uzanmışsınız kumsalda ve elinizde meyve kokteyliniz dalgaları izliyorsunuz.
Nihayet gözümü karartıp yazdım. Valla içimde dert olmuştu. Kimleri kimleri yazdım da ondan söz edemedim diye. Bugün kafam rahat gireceğim yatağıma.
O zaman şeytani şarkımızı girelim (kulaklıkla dinlerseniz çıldırırsınız) - ne zaman dinlesem gözümün önüne Grace'in sahnede hulahop çevirişi ve striptiz yapışı geliyor.
Grace Jones beni eskiden, ilk gençlik yıllarımda çok ama çok ürkütürdü:) Farklı bir insan olduğu kesin ki bence de tam takdir edilesi gruptan. Yetmişli yaşlarında olduğuna inanamıyorum!!!
YanıtlaSilGözlerini belertince hafif korktuğum doğrudur :)
Silay vallahi beklediğim yazı! ❤
YanıtlaSilyine ne güzel anlatmışsın dönemin ruhuyla, çok zevk alarak okudum. grace, benim için de ilk verdiğin iki bağlantıdaki karelerdi, o dönemlerde görenin unutması mümkün olmayan kareler bence onlar.
i need a man'i hemen tombul kuş ismindeki fitness şarkıları listeme aldım. çok sıkılıyorum spordan ama böyle güzel şeyler dinleyince zaman fışt diye geçiyor. cadının ağzıyla yorumlamış demişsin ya hakikaten öyle ve çok beğendim onu da. sonra cool kocama dönüp "biz niye yeterince grace jones dinlemiyoruz" diye çıkışayım dedim, "seksenlerin rock şarkılarından kafanı kaldırdığın mı var?" diye püskürttü beni. sonra oturup biraz grace övdük.
bloodlight and bami'yi çok merak ettim. iyi ki haberdar ettin bizi, peşine düşeyim, bulurum umarım. ❤
Seksenler rock şarkıları derya deniz olduğu için ben de pek nadir kafamı çıkarabiliyorum o sulardan ama arada bir disko molası vermek lazım :) En azından spor yaparken :D Whitesnake'le Billy Idol'la falan nereye kadar koşacağız..
Sil