Dün gece şunu bir kez daha anladım ki yaşayan sahne insanları arasında Bono hala en iyilerinden biri, hatta belki de mevcudun en iyisi (Jagger üzülmesin). Müthiş bir "frontman". Ölüyü diriltecek cinsten. U2'nun dört haftalık konser maratonu The Virtual Road'un son ayağı olan 2015 Paris konserini de izledik. Ve gerçekten çok güzel anlar yaşadım. Eğlendim. Güldüm. Duygulandım. Her bir konser bambaşka bir deneyimdi. Özellikle bir seneyi aşkın bir süredir evlerimizden çıkamadığımız ve hiçbir konsere gidemediğimiz düşünüldüğünde. Her bir gece için ayrı ayrı teşekkürler. Paris konserini daha önce izlememiştim. Tıpkı Red Rock konseri gibi (dvdlerini bulamadım). Dolayısıyla onlar gerçekten apayrı deneyimlerdi. 2015 Bataclan katliamının hemen ertesinde böylesi bir konser düzenlenebilmesi gerçekten çok anlamlı. Teröre verilebilecek en güçlü mesaj: biz hala buradayız, korkmuyoruz. Bono ilerleyen yaşına rağmen yine çok enerjik. Sarı boyalı saçları, ceketi ve gözlükleriyle hala heyecan verici. Adam soyunurken sahne arkasında bile şarkısına devam ediyor, karizmaya bak (The Fly şarkısını Gavin Friday'in coverladığı haliyle söylemesi de büyük hareket).
Bu adama bazen kızıyoruz ediyoruz ama en hakkaniyetli ve insani yıldızlardan biri. Şu lafından çok etkilendim: "bizlerin nefretini kazanamayacaksınız, biz, korkuya karşı sevgiyi tercih ediyoruz; biz, canavarı yenmek için bir başka canavara dönüşmeyi reddediyoruz, sevgiyi seçiyoruz." (tam o anda Bono'nun boğazı düğümleniyor ve Where The Streets Have No Name'in ilk notaları başlıyor-enfes) Çok çok önemli. İnsanlığın başına ne geldiyse şu son bin yılda, hep "kötülüğe" karşı savaş açan iyilerin, zaman içinde kötülüğe evrilmelerinden geldi. Ayrıca o gece, yakın zamanda Paris saldırısında ölenleri ve Suriye savaşında ölen sivilleri anarken şu tespiti yapması da çok önemliydi: "biliyorum belki çok zor; ama bir yandan o teröristlerin ailelerini de düşünmemiz gerek, onlar ki sevdiklerini bir ideolojiye, güzel bir din olan İslam'ın, sapkın bir yorumuna kaybedenler; bildiğim kadarıyla o din, Tanrı'ya teslim olmaktır, bu geceden isteğim de Tanrı'ya teslim olmak." (hemen arkasından One çalmaya başlar ve Bono huşu içinde, seyircilerin bir ağızdan şarkıyı söylemesini seyre dalar) Terörü veya vahşeti bir dine, ırka veya gruba indirgemek kadar kolaycı ve kötücül bir yaklaşım yok. Bono bu açıdan haklı. Terörün kaynağı dinler değil, sapkın fikirli insanlar. Tablo açık. Kötü insanlar ve iyi insanlar var. O saldırılarda Cezayirlisi de öldü, Fransızı da. Mısırlısı da, Portekizlisi de, İtalyanı da.
Şunu da farkettim ki Bono, neredeyse her konserinde şu cümleyi kuruyor: "bizlere böylesi bir hayatı yaşattığınız için minnetarız." Çok hoşuma gitti bu zira bindikleri o jetleri, yatları, katları gerçekten de hayranlarına borçlular ama kaç tane rock yıldızı tanıyorsunuz bunun için teşekkür eden? Politikacılar konusunda yaş tahtaya bassan da tez canlılığına veriyoruz. Seni seviyoruz.
Where The Streets Have No Name şarkısına da bir parantez açmak istiyorum. Zira daha önce bu şarkıyı bu kadar sevdiğimi bilmiyordum. Bu maratonda farkettim. Ne zaman çalsa uzaklara gittim. Hiç sekmedi ama. Her defasında kayboldum. Nereye gittim? Lise yıllarıma. Sorumsuz yıllara. Okuldan dönüp odama kapanıp U2 dinlediğim günlere. Sevdiklerimin hepsinin çevremde ve hayatta olduğu yıllara. Kendimi bir şey sandığım ve hayaller kurduğum zamanlara. Ne biçim şarkıysa, intro'sunu duyduğum an zamanda yolculuğa çıkıyorum. Bono gibi koşmak istiyorum...
Godspeed You! Black Emperor, benim en sevdiğim post-rock grubu. Havalı görünmek için kenarda köşede kalmış bir grubu da söyleyebilirdim ama bu blogta gizlim saklım yok. Neyse o. GYBE dinlerken beni farklı evrenlere götürüyor ve atmosferik şarkılarıyla birtakım duygularımı harekete geçiriyor. Zamanında kendilerini sahnede de izlemiştik (tık). Bugüne kadar yaptıkları bütün albümler benden tam not aldı. Bir iki puan bile kırabileceğim eksiklerini bulamadım. Dolayısıyla 2021 model G_d's Pee AT STATE'S END!'i de heyecanla bekledim. Peki ya değdi mi?
Maalesef değmedi. Bunu üzülerek ve açıkçası şaşırarak söylüyorum. Pandeminin ve şiddet sarmalının gölgesinde, GYBE'den çok daha karanlık ve kompleks bir albüm beklerdim. Oysa bu albüm, eskilerin bir tekrarı. Dahası gazı kaçmış şekilde. Ne bir BBF3 öfkesi var, ne bir Sad Mafioso hüznü. Eleştirmenler albüme selefinden daha yüksek puanlar verse de ben Luciferian Towers'ı beğenmiştim (hiçbir şey olmadıysa bile Bosses Hang vardı).
Job's Lament, çoğu hayranın gözdelerinden. Açıkçası albümün geneline baktığınızda öne çıktığı söylenebilir fakat nereye kadar? GBYE külliyatını dinlememiş biri için heyecan verici olabilir. Fakat bizim gibi kaşarlanmış hayranları için en ufak bir heyecan barındırmıyor. Job's Lament, daha kötüsü, Asunder Sweet and Other Distress'teki şarkıların kolajı gibi tınlıyor ki bu hiç de iyi değil.
Politik ve sert bir manifesto ile duyrulan albümün çok daha sert bir sound taşıyacağını düşünüyordum. Ama dediğim gibi bulamadım. Klasik GYBE şarkı formatı burada da işletiliyor aslında. Sakin bir giriş ve yavaşça içerden yanan şarkılar ve bam! Ama hayır. Burada o "bam" kısmı eksik. Şarkılar havada süzülüyor, gidiyor. Oysa bir GYBE şarkısının en güçlü yanı her daim sonlarıdır. Bu Lift Your Skinny Fists Like Antennas To Heaven albümünde de böyleydi, Slow Riot for New Zero Kanada'da da böyleydi. Finaliyle kafamıza inmeliydi şarkının o balyozu.
Albüme dair en büyük eksik bence davul. O kadar zayıf kalmış ki... Asunder Sweet and Other Distress'de içimizde patlayan davullar nerede? E peki iç yakan yaylılara ne demeli? Biz Sleep dinlerken ağlayan insanlarız, neden bu albümde bizi üzmediniz? Uzun zamandır bu kadar gereksiz yaylı düzenlemeleriyle karşılaşmamıştım. Şarkıları "uçurmaktaki" etkileri sıfır. Sıfır. Looplar savruk.
Hiç mi heyecanlanmadın be adam? Eh, biraz Fire at Static Valley denebilir. Hayatımda ilk defa bir GYBE albümünü dinlerken "hadi abi hadi, bitir de gidelim artık" dedim. Korkunç sıkıcı.
* * *
Bitmeyen filmleri sever misiniz? Abbas Kiarostami'nin son filmi Like Someone in Love, haftasonu seyrettiğim filmlerden biriydi ve nedense çok etkilendim. "Yalnız" bir film. Geceleri harçlık için fahişelik yapan üniversite öğrencisi Akiko, kıskançlık krizlerine giren "alt sınıftan" gelen sevgisiliyle uğraştığı bir gece, yaşlı ve "saygın" bir adamla geceyi geçirmek için yola koyulur. Taksi yolculuğu boyunca hayatından kesitlerle yüzleşir ve taksinin basıklığı bizi gitgide boğar. Sevişmek yerine sohbet etmek isteyen ihtiyar profesör Takashi, Akiko'yu torunu yerine koyar ve onu içine düştüğü zor durumdan korumaya çabalar. Konu bayat dursa da işlenişi leziz. Kapalı mekanların basıklığı çok iyi kullanılmış. Aynı zamanda Tokyo'nun bu yalnız ve yabancılaşmış insanların hayatlarını anlatmak için seçilmesi yerinde. Toplum baskısı, aileiçi şiddet, beğenilmeme korkusu, yok olan aile bağları, vb. ağır meselelere değiniyor. Gerilimin de, acının da çok iyi yansıtıldığı bu filmin en güzel tarafı bir sonunun olmaması. Film bittiğinde kafada onlarca soru bırakıyor ve merak ediyorsunuz. Akiko bundan sonra ne yapacak? Peki ya büyükannesi ne hissediyor? (ah canım teyzem yürekleri dağladın) Komşu kadının içten içe gizlediği arzusu ne olacak? Takashi'nin durumu? Bize düşen tek şey, jenerikte çalan Ella Fitzgerald şarkısına hüzünle eşlik etmek ve alternatif sonları düşlemek. Mubi'de gösterimdeyken kaçırmayın.
Şarkıya parantez açmışsın ve ne güzel anlatmışsın. Tüm samimiyetimle söylüyorum, o paragraftan çok etkilendim.
YanıtlaSilAhiyyy çok güzel. Sonunda zaman yaratabildim ve bu yazıdan başlayıp geriye doğru gideceğim için çok mutluyum!
YanıtlaSilBono'yu neden zaman zaman sevmiyoruz dediğini anlamadım, sanırım bir konser iptali neden olmaz buna? Tabii olabilir de, belki sisteme karşı geleyim derken aslında kendi yanındaki, onu dinlemek amacı dışında bir amacı olmayan masum insanlara zarar verdi diye düşünülünce tabii olabilir de..
Politika ve aktivizm konularında biraz tez canlı davranabiliyor. Olmadık kişilerle pozlar veriyor, görüşüyor hatta bazen onlara şarkılar yapabiliyor. Sonra ağzı yanıyor, pişmanlığını yine kendisi dile getiriyor. Ama tabii dediğim gibi çok insani bir yaklaşımı var. Görmezden gelemem. Ve en önemlisi özeleştiri getirmesi. Morrissey gibi taşkafa değil. Yanlış yaptım diyebilmesi çok değerli. Bu çağda maalesef kimse geri adım atmıyor. Oysa hepimiz yanlışa meyilliyiz :)
Silgybe 'nin son albümünden sonra bu yeni çıkan albümü bana ilaç gibi geldi ben genel olarak beğendim :) davulu zaten genel olarak pek kullanmıyorlar gibi geliyor bana bilinçli bir tercih olabilir.
YanıtlaSillike someone in love 'u ben de listeme almıştım izleyeceğim müsait bir zamanda onun öncesinde akileus ve kaplumbağa'yı izledim bir ressamın hayatını anlattığı için o da güzeldi izleyebilirsin :)
beachy head'ın iki single daha paylaşmış dinledin mi onlar da çok iyi çok heyecanlıyım yeni albüme sayılı günler kaldı :)
Davul kullanımı kısıtlı olsa da bence etkili kullanıyorlardı. Bu albümde kuş olup uçmuş :D Paraları mı yetmişmedi nedir. Nedense ilk defa bir albümlerine ısınamadım :(
SilYönetmenin esas Kirazın Tadı filmini öneririm - sana özel :p Melankolik bünyeler için bulunmaz bir film. Çok beğenmiştim. Ama yönetmenin her filminde geçen araba sahnelerini ben çok klostrofobik buluyorum.