Birkaç gündür masa başına geçiyorum. Şunu yazıyorum. Onu düşünüyorum. Sonra siliyorum. Şu boğucu gündemin ortasında kim müzik yazısı okumak ister diye düşünüyorum. Ama bir şekilde elim uzanıyor ve bir şeyler yazmaya çabalıyor. Öyleyse engel olmamak en iyisi. Hem söylenecek şeyleri birileri söylüyor. Bir kez de benim üstünden geçmem bir şeye yaramaz.
Lana Del Rey'in yeni albümü Chemtrails Over The Country Club çıktı. Yine ciddi bir kesim tarafından benimsendi ve yazarların çoğunluğu yüksek puanlarla şereflendirdi. Peki ya ben? Rey'i ne kadar sevsem de artık kendi kendini tüketme noktasına geldiğine inanıyorum. Bu kaçıncı albüm ve hala benzer şarkıları yapmaktaki ısrarcı tavrını sürdürüyor. Norman Fucking Rockwell güzel bir albüm olsa da o bile heyecan vermekten uzaktı. Ultraviolence ve Honeymoon'u saymazsak kariyeri boyunca "işte budur" dedirten bir albüm henüz yapamadı. Belirli bir çizgisi var ve onu sürdürüyor. Ne altında düşüyor, ne üstüne çıkabiliyor. Bu demek değil ki Lana kötü bir şarkıcı. Aksine son on yılda Lorde ile beraber beni en çok kendine bağlayan yeni nesil yıldızlardan. Fakat Chemtrails Over The Country Club ile artık "kötü"ye gidişatın başlangıcı olduğunu düşündürüyor. Zira bu albümde White Dress harici elle tutulur, akılda kalır, yürek çırpındıran ikinci bir şarkı bile yok. Dahası bütün şarkılar birbirine benzer. Albüm nerede başlıyor nerede bitiyor farkedemiyorum. Defalarca dinlesem de albüm bir türlü hafızama kazınamadı. Oysa Honeymoon'u ilk dinlemede içselleştirebilmiştim. Yani istese Lana çok iyi işler yapabiliyor; ama bu defa ıskalanıyor.
Orhan Pamuk'un senelerdir hakkında söz ettiği ama bir türlü bitiremediği Veba Geceleri romanı bugün itibariyle yayınlandı. Siparişler verildi. Daha önce sanırım burada bahsetmiştim, Pamuk, bu ülkede her şeye rağmen kitapları yayınlandığında bende ufak çaplı tatlı heyecana ve telaşa yol açan ender yazarlardan. Aydın kimliği her daim tartışmaya açık. Çok fazla eleştirilecek demeci, tavrı, suskunluğu mevcut. Fakat bunlar yazar Pamuk'tan soğumama yetmiyor. Günün sonunda severek okuyorum. Dilerim beklediğimiz yıllara değmiştir ve Kırmızı Saçlı Kadın faciası yinelenmemiştir.
Değerli komşularımdan Leylak Dalı'nın sayfasında görüp ilgimi çeken bir diğer kitaptan bahsetmek istiyorum: İzlandalı Audur Ava Olafsdottir'den Hotel Silence. Daha önce yazarın adını duymuşluğum yoktu ama İzlandalı olması ve iyi bir referansla önüme düşmesi sebebiyle kitabı bir solukta okudum. Acaba İngilizce çevirisinden mi kaynaklı bilemiyorum ama dilini biraz yavan buldum. Orta yaş krizine giren ve intihar etmeyi planlayan bir adamın ölmeden önce çıktığı bir yolculuğu anlatan bu kitap, başlarda ilgimi çok çekti. Fakat seyahati sırasında karakterin tavırları beni biraz rahatsız etti. İlk başlardaki derinliğini kaybederek sanki plastik bir insana dönüştü. Günün sonunda çabuk tüketilebilen ve içinde ufak tefek sevimli detaylar bulunduran bir roman. Hayatın anlamını aramazsanız kitapla fazla didişmeden okuyabilirsiniz.
Kar da yağdı ama pek tutmadı.
24 Mart 2021 Çarşamba
Kahvelik Sohbet
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Bu ortamda kim müzik okur diye düşünmeden yaz Zihin. Zira tutunacak bir şeyler arayan çok kişiyiz. Ben de yazarken aynı hislere kapılıyorum ama devam etmeliyiz diye düşünüyorum. Küçük keyiflerde kocaman mutluluklar bulan bizler dahi tükenmekteyiz gibi geliyor bazen. Ama devam diyorum, devam... Meydanı boş bırakma.
YanıtlaSilLana Del Rey'e gelince... Oysaki bahsettiğin tekdüzelikten kurtulabileceği çok güzel bir yaşta. Kendi kendini tüketecek mi sahiden? Göreceğiz.
Daha önce de bahsetmiştim, Orhan Pamuk'u kişisel anlamda tutmam ama romanlarını severim. Fakat Veba Geceleri'ni hemen almayacağım sanırım, önce elimdekiler okunsun:) Bugün gördün mü, Twitter'da Rasim O.Kütahyalı Veba Geceleri'ni paylaşmış, bir şeyler yazmış. Altına "Keşke sen paylaşmasaydın, almayacağız bak şimdi" diye yorumlar yapılmış:))
Bazen kulağa çok klişe geliyor sanata sığınmak ama gerçekten de geniş bir sığınak. Son zamanlarda U2'nun konser maratonu sayesinde bir nebze olsun iyi hissediyorum. Fazla ısınan kafalar bir nebze soğumaya duruyor :) Ha, günün sonunda yine insanın tansiyonlarını oynatacak şeyler olmuyor değil. Keşke o konser dünyasından hiç çıkmasak..
SilBelki de derinliğini yitirip plastiğe dönüşmesidir onu intihardan uzaklaştıran?
YanıtlaSilBu arada blog banner mı deniyor ana sayfadaki fotoğrafın üzerinde ufak oynamalar yapıyorsun ya, çok hoş çok düşünceli... Bugünkü mor çizgiler mesela... Teşekkürler yani!
Olabilir. Bunu da çok düşündüm ve epey kafamı meşgul etti. Ama işin içinden çıkamadım. Belki Leylak Dalı bizi aydınlatır :)
SilBu rengarenk hayatın renklerinden, gökkuşağından, kuşlarından, gökyüzünden, ormanlarından, aşkından yana olmak varken hayatın karşısında durmak neden? Hayattan tarafız.
ben isterim asıl boğucu günlerde müzik yazısı okumak isterim :) lana del rey hakkında söylediklerine baştan sona katılıyorum hatta white dress i bile zor dinledim onu bile beğenmedim ben ..
YanıtlaSilorhan pamuk un nesini seviyorsun bence yüzeysel yazıyor yani bir orhan pamuk mu yoksa oğuz atay mı deseler kesinlikle oğuz atay derim.
Bence kıyaslama yapılabilecek yazarlar değiller. Çünkü ikisinin de beslendikleri kökler ve kitaplarındaki yöntemler apayrı. Ortak noktaları postmodern edebiyata ürün vermeleri ve Türkçe yazmaları :) Kişisel bir seçim yapacak olsam ben de Oğuz Atay'ı seçerdim fakat dediğim gibi bambaşka alemler. Pamuk daha çok Mann ve Proust gibi yazarlara yakınsıyor. Doğu-Batı ayrılığının yanına aile ve şehir gibi şeyleri yerleştiriyor. Uzun ağdalı cümleler kuruyor. Ruhsal çözümlemelerden ziyade sosyal tepsitleri daha önplanda. Atay ise daha içe dönük. Joyce gibi epik eserler vermiş.
Sil