Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

2 Aralık 2019 Pazartesi

Şiirler ve Bir Aralık Gecesi Anısı

Jacques Prévert'in Paroles'ünü aldım. Kırk küsür liraya bulduğuma çok sevindim. Zira Türkçe kitaplar bile o civarda. Asıl dilinden bir şeyler okurken insan iki kere düşünür oldu artık. Eskiden üç beş tane alırken şimdi birer tane alıyorum. Mesela Stephen King'ler olmuş seksen beş lira. Yahu Allah'ın King'i. Otursan iki güne biter (It Bey değilse eğer). Numunelik bir hal aldı yabancı lisandaki kitaplar. Ayda yılda bir almaya başladım.

Ama şiir için değer. Romanların çevirilerine alıştım artık. Kötüsüne bile boyun eğiyorum mevcut ekonomik durum içinde. Hoş, kırk lira verip de rezalet bir çeviri okumak insana dokunuyor fakat ne yaparsınız işte. Durumlar bu şuan. Eskisi gibi on liraya yirmi liraya kitap bulamıyorsunuz. Tek tük. Fakat dediğim gibi, şiirde çeviri faciasını kaldıramıyorum. Çince yazılmış gibi oluyor bazı cümleler. İnsan kendi dilinde okuduğu şeyi anlamaz mı? Anlayamıyor işte. O kadar kötü oluyor.

Yaşım elveriyor, eskiden şiir kitaplarını hep işinin uzmanları çevirirdi. Hep usta kalemler ve hatta çoğunlukla şairler çevirirdi. Haliyle o lezzet yitimi en aza indirgenirdi. Fakat son yıllarda önüne gelen kitap çevirip, basıyor. Sanat konusunda muhafazakar refleksler içine düştüğüm oluyor. Bu da onlardan biri. İşinin ehli olmayan çevirmesin. Mümkünse çevirileri bir kurul kontrol edip basımına onay versin. Apollinaire'i, Rimbaud'yu, Baudelaire'i, Desnos'u, Eluard'ı, Lorca'yı, Poe'yu, Frost'u (artık Frost gibi duru ve sade bir dil kullanan şairi de çeviremiyorsanız zaten kapatın o dükkanı) kötü bir çeviriden okuyacağınıza hiç okumayın. Keşke insan aynı anda tüm lisanlara hakim olabilse. Mesela Arapça ve Farsça öğrenmek isterdim. Zira çok iyi şiirler var. Keza İspanyolca.

Prévert'siz olmaz tabii. Serge de farkında bunun.



İşin fonetik zevkine hiç girmiyorum bile. Saolsun varolsunlar, İş Bankası, genelde çeviri şiir kitaplarında asıl lisanındaki metinleri de bir sayfada paylaşıyor. Böylece bildiğiniz bir lisanda şiir okumak tam bir keyif veriyor. Zaten İş Bankası'nın yayıncılık anlayışına hayranım. Adamlar üç kuruşa London basıyor, Zweig basıyor. Peynir ekmek gibi de satıyor gördüğüm kadarıyla. Satsınlar da. Çift dilli şiir kitabı basan, Antik Yunan eserlerini seri halinde çeviren herkesin yeri başımızın üstüdür. Kıymetli kurumlardır.

Şiir çevirmek belki de en zor çeviri işi olabilir. Bunun farkındayım. O yüzden de bu kadar şakır şakır peşi sıra çeviri kitaplarının yayınlanıyor oluşundan hoşlanmıyorum. Bir geriye çekilip, iki defa düşünerek şiir basmalı. Dangır dungur olmaz. Eşya taşımıyoruz burada. Şiir ciddi iş. Ben blogumda şarkı sözlerini ve bazen şiirlerden parçaları paylaşırken bile kaç defa düşünüyorum (acaba bir anlam ve his kaybı var mı diye) ki bu benim işim değil. Uzmanı olsam en az on kat daha fazla düşünmem gerek.

Ne mutlu bizlere ki Türkçe düşünüp yazabiliyoruz. Bunu milliyetçi duygularla söylemiyorum. Türkçe gerçekten şiir için güzel bir dil. En azından bana çok zevk veriyor. Fransızca da çok keyifli. İngilizce şiirlerden o zevki alamıyorum mesela. Whitman'lar, Brautigan'lar var. Eyvallah. Ama ne Türkçe ne de Fransızca kadar esnek bir dil değil. Oysa diğerleri ses oyunları ve "hinlik" için birebir. İngilizce maalesef grameri ve anlam elastikliğiyle biraz zayıf kalıyor sanki.

Şöyle leziz tekerlemeleri yok:

"Üçüncü üçkağıtçı, üçetek üçleşerek, üç teker arabayla süzüm süzüm süzülen süzgeçleri süzdü."

"Ce ver vert sévère sait verser ses verres verts."

Aralık'tayız. Havalar daha Kasım yağmurlarını yaşayamamışken ne ara geldik Aralık'a bilemiyorum. Küresel ısınma veya adı her ne ise var. Kabak gibi ortada. Ben çocukken Ankara'ya deli gibi kar yağardı. Hatta Güniz Sokak'taki bir kış gecesi (aman yarabbi roman girişi gibi oldu) kar içinde yürümekte güçlük çektiğimi bilirim. Çocuk halimle içine gömülmüştüm. Hala anımsarım. Adı attıkça ayakkabıma kar birikintisi dolardı. O gece aile yemeğimiz vardı. Küreme aracı gibi kaldırımda ilerliyordum. Neden yürüyordum ben? Çünkü taksiler çalışmıyordu. Trafik tarumar olmuştu.

Ankara'nın bu hallerini yaşadığım için midir nedir seviyorum. Gri mri olabilir. Her şeye rağmen naif bir tarafı var gibi. O Cinnah yokuşu ve sonundaki Botanik Park. Atakule. Güzel günlerimiz oldu diyebilirim. Kuğulu Park'ta yürüme çabalarım.. Tunalı'da arkadaşlarla buluşmak... Evinin dibinde biriktirdiğin harçlıklarla Kavaklıdere Sineması'na gitmek (ah çürümeye terk edildi!)... Kızılırmak Sineması keza... Anılarda yaşıyoruz. Bu yüzden daha fazla ihtiyar tınlamamak için bitiriyorum.

Hazır gelmişken bir şarkı daha bırakayım. Nasıl?


14 yorum:

  1. Son paragrafı okurken çok keyif aldım. Yaşım 41 ve kendimi hep eskiyi özlerken buluyorum. Çok erken değil mi? Neden böyle oldu diye sağa sola bakınıyorum:)

    Ankara'da yaşamadım ama Ankara benim için ciddi ve güvenilir bir komşu gibi. Hep öyle kalsa keşke. Naif sıfatı da cuk oturmuş.

    Selamlar Ege'den..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim de nostalji yanım ortaya çıkmaya başladı son yıllarda. Hayırlara vesile olsun :)

      Ege'ye selam olsun. Oralar da çok özledim. Yazı ayrı güzel kışı ayrı güzel.

      Sil
  2. Naif. Sevin beni der gibi bakıyor Ankara, evet.
    çeviri konusunda haklısın, fakat yıllardır bir şey daha dikkatimi çekiyor, iletişim gibi büyük yayınevlerinde bile edit hataları çok fazlalaştı, dil bilgisi, kopuklu hatta yanlış payrı bir kelime, tekrarlar! Can sıkıcı.
    Yabancı şiirleri eskiden şairlerimiz çevirirdi, şimdi sanırım şair olma gerekliliği yok, tadı da kalmıyor öyle olunca.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok haklısın. Eskiden bu çeviri ile basım hatalarına düşen üç beş yayınevi vardı, ama bildiğimiz için ya uzak durur ya katlanırdık. Fakat şimdi koca koca yayınevleri bu özensiz çeviriler ve baskılarla bizlerin karşısında. Ucuz kitaplar olsa neyse deriz... ama aşağı yukarı otuz liranın altında bir roman okumak zor. Her şeyi anlayabiliyorum da klasiklerin hatalarla basılmasını garipsiyorum. Neticede seksen senelik statik bir metin var. Bir kere oturur elden geçirirsiniz olur biter :D

      Sil
  3. Kızılırmak yeniden açılmış, çok sevindim. Bakıyorum ara ara filmlere, Recep İvedik olmayan ve dişime göre bir şey göstermeye başlasınlar, hemen gideceğim. Kavaklıdere Sineması'nı hâlâ özlüyorum, yürüyerek sinemaya gidebilmek ne büyük bir lüksmüş, o zamanlar farkında değilmişim.

    Kitap fiyatları ve kötü çeviri konusunda yazdıklarına tamamen katılıyorum. Şu hımbıl okur halimle oturup bir "kara liste" yaptım mecburen, çevirmenler ve yayınevlerinden oluşan. Çevirmen kötü çeviriyor, yayınevi ya kötü redakte ediyor ya da hiç etmiyor. Bu haliyle 20 baskı yapıyor o kitap. Vallahi ağlayasım geliyor böyle kitaplara verdiğim paralara.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kızılırmak dilerim elden geçmiştir. Son gittiğimde artık evin salonundan halliceydi. Yazık. Çok da severdim eskiden. Galiba ilk sinema deneyimim de orada oldu. Akün de vardı bir dönem. Kavaklıdere tam bir ukte oldu bende. Ankara'da en çok gittiğim sinemaydı. Evet Kavaklıdere'nin eve çok yakın olmasından kaynaklı belki de ama salon sayısının fazla oluşu ve en önemlisi girişte sol duvarda asılı olan yeşil fonlu panoda vizyon filmleri ile gelecek filmlerin afişlerinin asılı oluşu beni etkilerdi. Bir de Luc Besson'un Derinlik Sarhoşluğu afişi duruyordu. Müzmin bir şekilde. En üst asma katta ufak bir dinlenme alanı vardı. Çay içerdik. Film çıkışı saatçiye uğrardık. Ara katlarda eski makineler sergilenirdi. Tunalı'da yolun kenarına ayaklı ufak tabelalar koyarlardı içinde afiş olan. Öf ya :( Bir cengaver çıksa da restore etse. Zincir sinema salonlarına bile razıyım şuan. Alsınlar ama hayata döndürsünler. Tek isteğim o.

      Geçen doktora giderken Metropol'ün önünden geçtim. Yılların sineması. Adamların atıyorum 8 salonu varsa 6'sında Recep gösterimdeydi. Kalan ikisi de duymadığım filmler. Kızamıyorum da. Sonuçta orayı çevirmek durumundalar. Ve satan tek şey de bu artık :/

      Eveeeet! Hadi ilk baskıda kimse okumadı, bakmadı (o da nasıl şeyse artık :D). Yahu milyonunca baskıya geçilmiş hala göz kanatan hatalar. Çeviriyi de geçtim, eksik harf, hatta boş sayfa basmak nedir ya? Ayıp vallahi. Bir kitap vardı, adamlar bir bölümü iki defa üst üste basmışlar. Bölüm... Dikkat buyrun, sayfa değil :D :D Neyse bir kitap fuarında kıstırdım bunları. Dedim bakın böyle böyle, hem kağıt israfı hem de okuyucuya ayıp. Cevap: "Yazar öyle yazmıştır" Ahahahaha güçlü kalamıyorum :D Hayır öyle bir olasılık olamaz çünkü baskı hatalarınız sizi ele veriyor. Gülüp uzaklaştım. Benim işim olsa kendi adıma üzülürüm. Elim varmaz öyle basmaya.

      Sil
  4. Eskiden çeviri yapan ne isimler vardı sahiden. Kalite düşüyor, fiyatlar artıyor. Sözlerine katılıyorum.
    Dediğin gibi İş Bankası'nın yayınları ve dolayısıyla satışı da çok iyi. Rakamları konusunda bir yerden okuyup not almıştım geçenlerde ama kaybettim. Takdir edilesi işler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geçenlerde TRT2'de bir şiir tartışmasına rastladım. Normalde seyrettiğim bir kanal değil fakat son zamanlarda çok öven oldu. Baktım. Apollinaire'in meşhur Mirabeau'sunu çeşitli çevirilerinden karşılaştırdılar. Birisi Sezai Karakoç. Öbürü Cemal Süreya (en iyisiydi bana kalırsa). Ve Ahmet Necdet (?). Ne çeviriler ama. Şimdikiler çoğunlukla Allah'lık.

      Sil
  5. Arkaşlarla birlikte Tunalı'da yürüdüğümüz zamanları, Kuğulu Parkın içinden sek sek oynar gibi zıplayarak geçtiğim günleri, Ankara sinemalarını, en çokta Akün'ü özlüyorum. İnsan yaşamaya da yaşlanmaya da özlemekten başlıyor. Ankara'yı Özlemek başlıklı bir yazım vardı. Şöyle yazmışım.

    "Ankara'yı sevmeyen, soğuk, karmaşık bulanların düşüncesine elbette saygım var. Ancak, Ankara'nın kılcal damarlarına nüfuz ettikçe, Başkentin aslında göründüğü gibi soğuk ve karmaşık değil, tam aksine sıcak bir şehir olduğunu anlıyorsunuz.

    Şimdi karşımda bir masal cini belirse, dünya haritasından istediğin bir şehri seç, sana orada yaşaman için her türlü kolaylığı göstereceğiz dese, hiç düşünmeden İsviçre derim. Fakat Ankara'dan vazgeçebilir miyim? Vazgeçemem. Çünkü orası benim ata toprağım.

    Ankara'yı seviyorum."

    Şiirde çeviri deyince. Hiçbir şiir aslında anadilinden başka bir dile yüzde yüz aynı biçemle çevrilemez. Çeviri şiirler için ben "başka bir dilde yeniden yazım" diyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel tarif etmişsiniz :) Bayıldım.

      Gerçekten her çeviri yeni bir yazım aslında. Fakat her ne kadar bir şair olarak çok sevsem de çeviride Can Yücel'i hiç tercih etmiyorum. O gerçekten sıfırdan yorumluyor ve çoğu zaman bambaşka bir şey çıkarıyor :(

      Sil
  6. Acaba bu çeviri konusundaki sıkıntıların nedeni ne? Çok çok iyi çevirmenler var ama maddi olarak mı düşünüyor yayınevleri? Ya da bir kontrol mekanizması mı oluşturulamıyor?

    Yakınlarda kütüphane varsa ondan da faydalanabilirsin. Belki çok seçenek olmayabilir ama eski baskılarla bile karşılaşabilirsin.

    Seçtiğin şarki tam bu havalar için👍

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir arkadaşım bazı yayınevlerinin ucuz olsun diye dil öğrencilerine çeviriler yaptırttığından bahsetmişti. Ne kadarı doğru bilmiyorum. Ama öyle çeviriler görüyorum ki olabilir diyorum. Civil war'u iç savaş yerine sivil savaş diye çevirenler var. Google çevirisi gibi maşallah :D Neler neler..

      Keşke yakında olsa. Gerçekten istifade edebilirdim. Çünkü eski kitaplar çok daha özenli.

      Sil
  7. Blogunuzu beğendim ve takibe aldım.Zaman ayırmak isterseniz,sizi ve bu yorumu görecek olan herkesi blogumu takip etmeye davet ediyorum.Sağlıcakla Kalın.

    https://hepfragmanizle.blogspot.com/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Blogunuzu en kısa sürede ziyaret edeceğim.

      Sil