Benim "melek kız"ım Angel Olsen yine bir albüm çıkarmış. Bereket versin arayı hiç açmıyor. Aman özletmesin de. Onsuz ne yaparız? All Mirrors, kendisinin on yıllık hayatında çıkardığı dördüncü stüdyo albümü. Tarzlarını benzettiğim diğer dönemdaşı kadın indie'ciler (Sharon Van Etten, Anna Calvi ve Anna von Hausswolff) gibi o da çok çalışkan. Angel ise dörtlünün içinde en deli dolu ve çekici olanı. All Mirors, sound olarak My Woman albümünü andırıyor fakat bu albüm muhtemelen bugüne dek yaptığı en "art pop" iş. Angel yine yumuşacık sesiyle bizlere bir film izliyormuşuz hissini aşılıyor. Fakat bu albüm, diğerlerine oranla daha az gitarlı (iyi bir haber). Synthesizerlar ve yaylılar felaket yakışmış. Zaten ben kendisini dream pop sularında görmek istiyordum ezelden beri çünkü ses rengi gidiyor. O söylesin biz hayal kuralım. All Mirrors, şimdiden gelecek yılın en iddialı albümlerinden. İç gıcıklayıcı sesiyle bir kez daha kalpleri çalmayı başardı.
Bunları Dinlemek Lazım: All Mirrors, Spring, Tonight, Summer, Chance
Daha geçtiğimiz gün şu soru aklımı kurcalıyordu: "M83, on iki sene kadar önce çıkardığı müthiş ambient albümü Digital Shades Vol.1'ın devamını çıkarmayacak mı?" Bunu gerçekten sordum kendi kendime. Zira grubun en iyi albümlerinden biri ve boynu bükük kalmasına gönlüm razı olmuyordu maalesef. Velhasıl evren sesimi duymuş gibi M83'den yeni albüm haberi geldi. DSVII, o albümün devamı niteliğinde. İlham kaynağı seksenli yılların masaüstü oyunları, korku filmi yönetmenleri (John Carpenter özellikle) ve analog synthesizlerlar olan bu albüm nostalji yapma amacıyla yola çıkıyor. Beslendiği damar bana çok yakın olsa da pek de vaadedilen hisleri hissedemiyorum. Doğrudur, albümün girişinde Dungeons and Dragons karakterlerinin gölgesi hissediliyor. Ejderhalar ve canavalar. Lakin albümün büyük kısmında atalet hakim. Junk'ı saymazsak son sekiz yıldır çıkardıkları hiçbir albümü sevemedim. Buna son film müzikleri Knife+Heart da dahil. 2000'lere yön verecek yegane grup olarak lanse ettiğim ve sevgimi her fırsatta sizlerle paylaştığım bu grubun giderek beni haksız duruma düşürmesi bende hayalkırıklığı yaşatıyor. Zira M83, gerçekten iyi bir grup ve bu albümler onların dehasını yansıtmıyor. Peki DSVII, kötü bir albüm mü derseniz cevabım "hayır" olacaktır. Ama grubun mirası içinde en gerilerde kendine yer bulacağı aşikar. Ben seksenler etkisi olacak dendiğinde çok daha hareketli ve eklektik bir şey beklemiştim. Camelvari bir şeyler değil.
Bunları Dinlemek Lazım: Goodbye Captain Lee, Feelings, Temple of Sorrow
Bu yazımı hep çok sevdiğim isimlerin albümlerine ayırdım. Güzel bir tesadüf. Fakat gerçekten de The Chromatics çok sevdiğim bir grup. M83 ile birlikte ülkemize uğrasalar fiyatına bakmadan sahne önünden yerlerimi ayırtırdım. Gece yolculuklarında ve tabii araba sürerken dinlemesi en keyifli müzik gruplarından. Dreampop ve synthpop arası gidip geliyor tarzı. Bu yüzden çok seviyorum. Twin Peaks'te şarkı söylemişlikleri de var, bu da bir artı. Hep bir sis perdesinin gerisinde, saat gece yarısı iken çalan hüzün ve neşenin bir arada olduğu şarkılar Chromatics şarkıları. Yılan hikayesine dönen Dear Tommy albümü çıktı çıkacak derken Closer to Grey isminde yeni bir stüdyo albümüyle karşımıza çıkvıerdiler. Ben dahil bütün müzik yazarları beklemiyordu. Sonbahar hüznü yaşamak için yer aranırken Chromatics verdi zehri. O kadar müthiş bir albüm olmuş ki, kelimelerle ifade ederek onun görkemine gölge düşürmekten korkuyorum. Düşsel, kırılgan, gececi ve bol synthesizlerlı bir albüm. Kill For Love'ın bile ötesine geçmeyi başarmışlar. Ki o albümün ötesi ne olabilir diye insan sorar kendisine. Dinlerken yer yer duygu fırtınasında boğulduğum albümün açılışını bir Simon & Garfunkel yorumu yapıyor, sessizliğin sesi diyorlar The Sound of Silence'la. You're No Good ve Closer to Grey bir Chromatics albümünden beklediğinizin karşılığını veren işler. Twist The Knife ise bir deli işi. Daha o girişinden belli ediyor zaten. Basslarıyla birlikte o arkada yürüyen synthesizlerlar gerçekten beni çıldırttı. Light As A Feather ise albümümüzün yürek burkuntusu. Whispers In The Hall da sanırım albümde en sevdiğim parça. Zira dinlerken sonlara doğru şarkının yükselişiyle birlikte ben de istemsizce ayağa fırlamışım. Bu çok nadirdir. Ne kadar heyecanlandıysam. Peşinden bir diğer yeniden yorum olan sekiz dakikalık On the Wall geliyor ve The Jesus & Mary Chain imzalı bir alternatif rock şarkısı olan parça uzaysal atmosferiyle tanınmaz bir halde karşımıza çıkıyor. Kimi yorumlasalar yakışıyor zaten bu gruba. Bir Madonna (Borderline) veya Cyndi Lauper (Time After Time veya All Through The Night) yorumu bekliyorum ilerleyen albümlerde. Bol iç çekişli, sözsüz, tedirgin aşk teması Love Theme From Closer To Grey ise yine albümün öne çıkanlarından. Kapanışı yapan Wishing Well ise bir diğer Chromatics "ölme, sürün" şarkısı. Sözleri her ne kadar umut verici olsa da atmosferiyle fevkalade nefes kesici bir eser. Hele o sonundaki tik toklu sayım kısmı ve ardındaki sessizlik ölümcül derecede güzel. Yabancıların "hauntingly beautiful" dediği kadar var. Sahi, yarın sabah, dün geceki hayaletlerin hepsini unutmuş olacak mıyız dersiniz? Albümün tek eksiği geçen ay çıkardıkları teklileri I Want to Be Alone'un yokluğu. Yoksa onun haricinde dört dörtlük olmuş. Geceye en çok yakışan müzik grubu Chromatics olmalı. Neon ışıklar altında ağlar mısır dans mı edersin, o sana kalmış.
Bunları Dinlemek Lazım: Whispers In The Hall, Twist The Knife ,Touch Red, Wishing Well, Love Theme From Closer To Grey
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder