Sezon kapanmadan sessiz sedasız bir Iggy Pop albümü yayınlandı. Free, kendisinin onsekizinci stüdyo albümü. Git gide alıştığımız olgunluk çağı şarkılarının bir devamı aslında buradaki şarkılar. Eski yırtık punk rock yıldızı, yıllar geçtikçe çok daha Leonard Cohen ve belki Nick Cave tarzı işlere yönelmiş. Hikayeler anlatıyor. Ve bu defa caz esintileriyle. Herkes bir önceki albümü Post Pop Depression'a ayılıp bayılmıştı ama ne yalan söyleyeyim ben ısınamamıştım. Free, bence ondan çok daha kalburüstü bir iş olmuş. Tekinsiz giriş şarkısı Free mesela. Iggy, "özgür olmak istiyorum" cümlesini tekrarlıyor sadece. Geride caz kulüp esintili serin üflemeliler. Hemen peşinden gelen Loves Missing ise Iggy külliyatının en iyi şarkılarından biri olarak anılacak bence seneler sonra. İlk şarkıdaki caz etkisini kıran (ama yine de çok uzağına gidemeyen), gürültülü olmasa da ruhen sert bir rock şarkısı. Sanki Bowie'nin Lazarus albümünden bir şarkı. Şuana kadar en çok konuşulansa James Bond şarkısı oldu. Gerçekten de basslarıyla beraber çok tatlı bir şarkı bence de. Tarantino filmlerinde kullanmalık. Dirty Sanchez için de benzer duyguları besliyorum. Özellikle o girişindeki alevli İspanyol vurgusu harika. Fakat vokal ile şarkının kendisi biraz çekişme halinde gibi. Ama Free'nin en iyi esprisi We Are the People. Yabancıların spoken word dediği türe yakın. Yani şiir dinletisi gibi, düz bir söz dizilim okuması. Müzik eşliğinde. Sözleri ve Iggy'nin vurgulamaları çok etkileyici, "bizler toprakları olmayan insanlarız, bizler gelenekleri olmayan insanlarız". Belki kariyerinin en iyi albümü değil. Olgunluk döneminden favorim Après'nin de önüne geçemiyor ama şurası bir gerçek, Iggy hala iyi müzik yapıyor. Keyfini çıkarın.
Bunları Dinlemek Lazım: Loves Missing, We Are the People
Yepyeni bir grupla karşınızdayım. The Night Café, İngiltere çıkışlı yeni bir indie rock oluşumu. Tertemiz bir soundları var. Belki büyük laflar edebilmek için henüz çok erken ama bu çizgilerini sürdürür ve üzerine koyabilirlerse ilerleyen dönemlerin yıldız isimlerinden olabilirler. 0151 ismini verdikleri ilk albümleri için diyebileceğim tek şey tam anlamıyla geceleri dinlemelik bir yolculuk albümü olduğu. Tam bir ambient omurganın üstüne yerleştirilen autotunelu bir vokal eşliğinde yapılan girişin ardından gelen şarkılarda belki hiçbir risk yok. Fakat garip bir şekilde insana yeni bir şeyler dinliyormuş hissini veriyor. Yer yer dreampop hissiyatıyla indie pop gevşekliğinin beraber harmanlandığını sezinliyorsunuz. Aferin size çocuklar.
Bunları Dinlemek Lazım: Felicity, Mother, Leave Me Alone
Bunları Dinlemek Lazım: The Daily Heavy, Face Stabber
Ben de bugün pazartesi melodisi olarak "James Bond"u paylaşacaktım, vakit olmadı. Ama daha güzel bir tesadüf oldu :)
YanıtlaSil"Loves Missing" ve "James Bond"u sevdim. Zaten albümü sırtlayanlar da onlar diye düşünüyorum.
The Night Cafe'ye ba-yıl-dım.
Hatta şu an yazarken onları dinliyorum. Ben bir süre sömürürüm bu albümü anlaşıldı.
Açıkçası sadece bu zamanda bu müziği yapmaları bile takdiri şayan. 0151'den sonra dinliyorum hemen Face Stabber'ı 👍
Kesinlikle onlar albümün lokomotifleri. Ben albümü gerçekten beğendim :) İkinci Après beklentim hala olsa da (duy bizi kırışık göbek :D).
SilBence de. Oh Sees'i izlemek isterdim. Hatta İstanbul'a yakın zamanda geldiler fakat gidemedim. Psychedelic ve garage türlerinin hala yaşatılmaya çalışılması benim için çok önemli.