Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

18 Ekim 2021 Pazartesi

Halloween Kills İncelemesi


Yazım sürprizbozan içermemektedir. Fragmanlarda ne gördüyseniz o.

Halloween (1978) benim için tüm zamanların en iyi korku filmidir diyerek meseleye giriyorum. John Carpenter imzalı bu filmi özel yapan birçok unsur var fakat o ayrı ve bir o kadar da uzun bir yazının konusu. Halloween çıktığı yıl ve sonrasına korku sinemasına dair birçok şeyi değiştirdi ve haliyle birden çok devam filmi çekildi. Neredeyse hepsini zevkle izlediğimi söylemem gerek. Elbette içlerinde vasat bulduklarım (The Curse of Michael Myers) hatta sevmediklerim (Ressurection) de var. Ama neticede Michael Myers ve evrenini ilgi çekici buluyorum.

Peki ama neden?

Michael'ı ilgi çekici veya daha doğrusu korkunç yapan şey ne... bunu çok düşündüm. Sanırım iki cevabı var ki bir tanesi yeni Halloween filmi Halloween Kills'te de altı çizilen bir nokta. Michael'ın seri boyunca neredeyse hiç yüzünün görmememiz, kendisiyle herhangi bir empati kurabileceğimiz bir yanının bulunmaması, ama benim için en önemlisi çoğu filmde maskenin gerisinde gözlerini bile göremememiz. Sanki o plastiğin altında safkan bir kötülük var ve o açıklığın içinde sadece karanlık yatmakta. Ayrıca Michael'ın tüm filmlerde serinkanlı hareket etmesi de bence çok rahatsız edici. Ne kararsızlık yaşıyor, ne tökezliyor, ne acele ediyor. Sadece hedefine kilitleniyor ve onu yakalayana dek durmuyor! Bazı korku filmlerinde görürüz, katil oradan oraya koşar, zıplar; Michael ise mutfaktan su almaya gider gibi hareket ediyor.

İşte bu yüzden Rob Zombie'nin Halloween filmlerini (şükür ki seriye dönmedi) hiç sevmemiştim (hatta nefret etmiştim). Michael'a acıyan, seyirciyi ona karşı bir şeyler hissetmeye zorlayan, oldukça manipülatif filmlerdi. Zaten kendisinin bugüne dek çektiği bir tane düzgün film var mıdır sevgili korkuseverler? 31 ve House of 1000 Corpses hariç sonuna kadar izlemeyi başardığım tek bir filmi yoktur. Her şeyi kabul edebilirim, kötü filmler çekebilirsin, ama Michael Myers'i "iğdiş" edilmesi noktasında ben yokum.

Hafızaları şöyle tazeleyelim. Halloween aslında şimdiye kadar dört farklı seri üstünden ilerledi. Birinci ve ikinci film bir hikaye hattında. Üçüncü film tek başına duran, ayrıksı, ama bence fevkalade keyifli ve hakkı yenmiş bir Myers-ötesi filmi ama bir seriye dönüş(e)medi. Dördüncü beşinci ve altıncı filmler bir "supernatural" (doğaüstü) seri. H20 ve Ressurection yine ayrı bir seri olarak görülebilir. Zombie'nin kepaze iki filmi de bir seri dersek elimizde bugüne dek dört farklı Myers evreni var. 2018 yılında David Gordon Green, serinin kırkıncı yılına özel yeni bir film çekeceğini, bunun devam filmlerinin hepsini reddederek ilk filmin devamı olacağını açıkladığında herkes şaşırmıştı. Kadroya soundtrack kontenjanından katılan John Carpenter ve oğlunun isimlerinin açıklanmasıyla durumun "ciddiyeti" anlaşıldı. 

Green imzalı yeni Halloween'i sinemada seyrederken gerçekten eşsiz duygular yaşamıştım. Tüm bu yıllar boyunca seyrettiğimiz eğlenceli ama kalitesiz filmlerden sonra Michael gerçekten geri dönmüştü. Hem de tüm azametiyle. Haluk Bilginer'li kadrosu ile de göz dolduran film hem efsanesine sahip çıkıyor hem de yeni bir şeyler yapmaya çalışıyordu. İlk filmde gencecik bir bakıcı olan Laurie Strode (Jamie Lee Curtis), kırk yıldır o büyük kapışma için hazırlanan, kızının ve torununun gözünde bile "deli" olarak görülen yaşlı bir kadına dönüşmüştü. Velhasıl beklenen kavga yaşandı.

Fakat her zamanki gibi "kötülük ölmedi". David Gordon Green'in bu filmleri bir üçlemeye dönüştüreceği açıklandı ve Halloween Kills ile devamında gelecek Halloween Ends'in isimleri açıklandı. Pandemi yüzünden ertelenmeseydi aslında bu filmleri çoktan izlemiş olacaktık. Yine de 2021 yılına bir Halloween filmi sığdırabilmek güzeldi. Hazır film vizyona girmişken hakkında biraz konuşalım. Bunca tarihi bilgiden sonra zamanı geldi.

Halloween Kills, her şeyden öte köprü görevi gören bir film, haliyle de ciddi bir risk altında. Üçleme olacağı düşünüldüğünde bu filmde ana karakterlerden hiçbirinin başına ciddi bir şey gelmeyeceğini tahmin etmek için herhalde kahin olmanız gerekmiyor. Bu da bir korku filmi için potansiyel sorunları beraberinde getirecektir ve kısmen getirmiştir. Nedir bu? Film size "acaba kim ölecek" endişesini pek yaşatmıyor ve haliyle o gerilim tam anlamıyla seyirciye geçmiyor. Ama yönetmenimiz zeki bir adam. Bunu muhtemelen öngördüğünden dolayı hikayede şok edici olmasa bile serinin tutkunlarını biraz üzebilecek kişileri öldürerek ufak da olsa bir sarsıntı yaşatıyor (son sahne beni şoke etti).

Gerilim ayağı aksasa bile filmin genelini oldukça beğendiğimi söylemeliyim. Birincisi, filmdeki geçmişe dönüşler çok başarılı, öyle iyi çekilmiş sahneler var ki sanki o sahneleri 1978 yılında Carpenter'ın kendisi çekmiş. Öyle güzel estetize edilmiş ve eskitilmiş! Yine yangın sahneleri de bence oldukça heyecan vericiydi. Linç sahnesinde Michael'ın aniden ayağa kalkışı da bence çok dehşet vericiydi. Şunu da hatırlatmak lazım, bu film muhtemelen en çok ölümün yaşandığı ve kanın damarda durmadığı Halloween filmidir. Michael artık öyle öfke dolu ve zıvanadan çıkmış halde ki önüne geleni böcek ezer gibi hırpalıyor. Bazı sahnelerde benim bile içim kalktı.

Filmin en güzel yanı ise Michael'ın neden durdurulamadığına yönelik getirilen açıklama. Bildiğiniz gibi Michael'ın birkaç farklı lakabı var: Boogeyman (Öcü Adam) ve The Shape (Biçim/Suret). Lap diye karşınıza aniden çıkıvermesi ve suratında en ufak bir ifadenin bulunmaması bu isimlerin konulmasının temel gerekçesi. Tam anlamıyla bir hayalet gibi duvarlardan süzülüyor ve ne zaman karşılaşacağınıza dair en ufak bir fikiriniz olmuyor. Peki Michael neden ölmüyor? "On küsür filmdir defalarca kurşunlanan, yakılan, bıçaklanan Michael'ı durdurulamaz yapan şey ne" sorusunun gayet iyi bir cevabı var. O kötülüğün ta kendisi. Ve kötülüğü "kaba kuvvet"le durduramazsınız. Güç kullanarak sadece onun kötülüğünü besler ve siz de bu kötülüğün bir parçası olursunuz. İşte tam bu noktada hikaye bize günümüz dünyasında giderek yaygınlaşan ve benim uzun süredir eleştirdiğim "linç kültürü"ne odaklanıyor. İnsanların nasıl kolay gaza gelebildiğini, düşünme yetisini bir tarafa bırakıp sadece yıkıcılığı seçtiğini, sorgusuz sualsiz yargısız infazlara kalkışabileceğini gözler önüne seriyor. Aslında en masumumuzda bile bir Michael'lık gizli. Belki çoğumuz Michael gibi eline kocaman bıçak alıp dolaşmıyor ama ne yapıyor, sosyal medya başına geçip, o hırgürün bir parçası olup vicdanlarını temizlemek adına sanal linçlerin bir parçasına dönüşüyor. "Cancel culture"ın da bir nevi Michael Myers olduğunu defalarca söyledim. Nasıl ki Michael kurbanlarının açıklamalarına kulak vermeden hedefe kilitleniyorsa bu sözde duyarlı kesimler de çoğu zaman olayın arka yüzü aydınlatılmadan eline taş alıp klavyesinin başında milleti tweetleriyle taşlayıveriyor. Bu açıdan sanıldığı gibi Halloween Kills hiç de boş bir altmetne sahip değil. Gayet ciddi bir meseleye değinerek bu "geçiş" filmini geçiştirmek yerine sosyal bir eleştiriye evriltiyor.

Tüm bunların yanında serinin diğer filmlerinde izlediğimiz bazı önemli karakterlerin aynen kadroya dahil edilmesi, Halloween III: Season of the Witch'teki maskelerin bu filmde de kullanılması, Halloween II'deki "jilet" sahnesine gönderme yapılması, ve benzeri detaylar filmin diğer "fan service" (sahalara oynayan) tarafları ki hepsi benden kocaman bir pekiyi aldı. Kocaman kase dolusu çeşit çeşit dondurmalardan yermişim gibi hissettim. Carpenter'ın eşsiz müziklerini saymıyorum bile (peki ya o buram buram 70'ler kokan enfes ötesi giriş jeneriğine ne diyeceğiz?).

Belki film serinin hayranı olmayan ortalama bir korkusever için "bir yere gitmiyor" gibi durabilir ama bence o kadar kolay harcanacak bir film olduğuna inanmıyorum. Hem yukarıda değindiğim sosyal meselelere yaptığı göndermeler ile hem de son büyük kapışma için ortamı hazırlarken nostaljik unsurlarla desteklemesiyle bence tatmin edici bir film. Korku sinemasının can çekiştiği şu yıllarda bence eşine az rastalanacak kalitede.

3 yorum:

  1. Ben hiç izlemedim desem:) Baştan sona izlemeli. Ama birden arka arkaya değil:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla son filmlerde çalışan Türk sayısı giderek artıyor. Bu yerli ve milli olma yolundaki seriye belki bir gün Orhun da dahil olur kimbilir :)) Onun ismini de görebiliriz.

      Sil