Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

10 Haziran 2021 Perşembe

Politik Elvis Yazısı


İki farklı Elvis belgeselinden söz etmek istiyorum.

İlki 2017 yapımı The King isminde bir facia. Seyrederken ufak çaplı bir sinir krizi geçirtti. Çünkü filmin Elvis'le uzaktan yakından bir alakası yoktu. Yönetmen şöyle bir konsept tasarlamış: Kral'ın Rolls Royce'unu yenileyelim ve Amerika'yı baştan başa ünlü ünsüz birçok müzisyen ve oyuncuyla turlayalım (Ethan Hawke hariç hiçbiri Kral'a dair ciddi bir anısını paylaşmıyor); Amerika'nın yükseliş ve düşüşünü, Kral'ın yükseliş ve düşüşüyle anlatalım. Masabaşında bu fikri bulduğunda zevkten dört köşe olduğuna ve kendini zeki hissettiğine bahse girerim. Ama uygulamada o kadar kötü bir film ki... Filmin bir yerinde şöfor bile yönetmene dönüp "ya ahbap bu filmi çekiyoruz da nereye bağlanacak bir fikrin var mı" diye soruyor. Yönetmen de gak guk geveliyor.

Filmin en büyük günahı fikirleri temellendirememsi. Trump'ın seçilmesi bir grup insanın ayarlarını nasıl bozduysa, o dönemde böyle acayip bir projeye imza atılmış. Filmin temellerinden biri "Elvis'in siyahi müziğini çalma iddiaları". Esinlenmek başka bir şey, çalmak bambaşka bir şey. Elvis, bu şarkıların sözlerini ve bestelerini kendisinin yazdığını mı iddia etmiş? Hayır. İçinde yetiştiği kültürün (kendisi siyahilerin yaşadığı bir mahallede büyüdü) ve kendi zevkinin bir tezahürü olarak siyahi müziğine yönelmiş ve onun en iyi örneklerini okuyarak meşhur olmuş. Bu ilk bakışta ilk elden Elvis'e yaramış gibi görünse bile son kertede siyahi müziğin hanesine de yazıldı. Beyazlar "zenci müziği" olarak gördükleri kültüre kulak kabarttılar. Fats Domino'lar ve niceleri Elvis'in açtığı gedikten nefes alabilmiş ve kendilerine yer bulabilmiştir. Ne anlatıyorsun sen baba?

Kaldı ki belgeselde Elvis'i hırsızlıkla suçlayanlara yer verilirken (hiçbiri de Elvis dönemine şahitlik etmemiş isimler) bu meselenin ilk elden muhattabı olan isimlere yer verilmemesi de ayrı bir kötü niyet belirtisi. Little Richard'dan tutun da Jackie Wilson'a kadar dönemdaşı olan birçok siyahi sanatçı Elvis'in hakkını verir. Wilson'ın şu sözleri çok önemli: "bir çok insan Elvis'i siyah müziğini çalmakla suçlar, ama gerçek şudur ki, neredeyse tüm siyahi gösteri insanları Elvis'in sahne duruşunu kopyalamıştır". Bu kadar basit. Kültür akışkandır. Siyahilerin kültürüne ve emeklerine yeterince değer verilmemesi, dönemin ruh hali ve politik ikliminin bir ayıbıdır. Bunu hep söyledik. Bunu savunduk. Özellikle Little Richard'a gereken değerin verilmediğini bas bas bağırdık. Ama bunun suçlusu bir şarkıcı değildir. Chuck Berry, Elvis'i hiçbir zaman düşman veya rakip olarak görmez. Dönemdaşı olarak niteler ve siyahilerin rock müzikte geri planda kalmasına neden olarak sistemi işaret eder. Elvis, dönemin Amerikan Rüyası'nın kusursuz bir örneğidir. Sıfırdan gelmiş bir beyaz oğlan, zirveye kendi emeğiyle yükselir. O rüyayı temsil eder. Oysa rüyanın kabus tarafından, siyahileri yok sayan ve ezen tarafından toplum ve toplumun temsilcisi isimler sorumludur. Al bak "gönüllerin kralı", "rock müziğin mimarı", ne diyor onun için.

Post-truth dönemi böyle bir şey. Çoğunluğun bilgisi yok ama fikri var. O dönemi iliklerine kadar yaşayan, deneyimleyen Little Richard sizden daha az şey mi biliyordu? Arsızlar.

Bu paçavra belgeselde konu Trump'ın yükselişine bağlanırken o kadar zorlama yorumlar yapılıyor ki.. Onun da ucu Elvis'e dokunacakmış gibi oluyor. Ama o kadar ileri gidemiyorlar. Utanma da yok bu insanlarda. Trump kültünün yükselmesinin sebebi keşke bir şarkıcı olsaydı. En azından sorumlusunu bulurduk. Oysa sorumlusu sizlersiniz. Bernie Sanders gibi bir figürü yiyen, Trump'ın karşısına ısrarla statükocu, sermaye yanlısı isimler çıkaran ve kaybeden sizlersiniz. Pandemi olmasa Trump ikinci defa kazanacaktı. Peki o zaman suçlu kim olacaktı? Lincoln mü? Aklınızı peynir ekmekle yemişsiniz. Elvis yaşasaydı muhtemelen ilk seçimde (2016) sizin adayınızı desteklerdi. Çünkü Elvis, fazla değişim seven biri değil. Sizin adayınız da merkezci, devletçi biriydi. Elvis asla ırkçı değildi ama antika bir muhafazakardı (yine de içinde yaşayıp büyüdüğü döneme ve bölgeye göre oldukça ileri görüşlüydü). Dolayısıyla ikinci dönemde oyunu Trump'tan yana kullanırdı muhtemelen. Black Live Matters hareketinin sonucu olarak bazı şehirlerde isyana varan olaylar yaşanması Elvis'i ürkütürdü ziyadesiyle (bu kanıya varmamın nedeni olarak yetmişlerin gelmesiyle birlikte Elvis'in yükselişte olan hippi ve karşıtkültürü karşısında korku ve endişeye kapılıp Nixon'la zoraki ve eğreti bir görüşme ayarlaması örnek olarak gösterilebilir-kendisi "dejenere olan Amerikan gençliğinin" sosyolojik olarak kopuşundan korkuyordu çünkü hem "eski kafalıydı" hem de bu gençler artık kendi müziğini dinlemek yerine yeni türleri tercih ederek Elvis'i ekonomik bağlamda zora sokuyordu). Fakat tüm bunlar varsayım. Belki çok sıkı bir Bernie'ci olurdu veya Jon Voight kıvamına gelirdi. Kim bilebilir? Siz politik ve sosyolojik olarak üstünüze düşen vazifeleri yerine getirmeyin, kimi aday göstersek ona oy verirler diye Amerika halkıyla alay edin, sonra da suçlusu bir rock hayaleti olsun. Hadi abi hadi. Üstünüz açık kalmış, örtün. Çok büyük umutlarla el üstünde taşıdığınız başkan yardımcınız geçenlerde göçmenler için açık açık "ülkemize gelmeyin" dedi, iki defa üst üste vurgulayarak. Daha hala sorumlu mu arıyorsunuz?

Diyelim hiçbir şey bilmiyorsunuz, Amerika'da yaşamanıza rağmen An American Trilogy şarkısını da mı duymadınız? Elvis'in en meşhur şarkılarından biridir ve Amerikan toplumunun bir özeti niteliğindedir. Potpori diyebileceğimiz bu şarkı üç parçadan oluşur. İlk bölümde bir Güney türküsü olan (aynı zamanda Konfederasyon'un da marşı olarak bir dönem kullanılan) Dixie's Land'ten dizeler okur. Sonra onu Kuzeylilerin marşlarından biri olan The Battle Hymn of the Republic'e bağlar ve kapanışı bir Afro-Amerikan türküsü olan All My Trials'la yapar. Amerika işte budur. Kötüsüyle iyisiyle, beyazıyla siyahisiyle, hepsi bir bütündür. Ve Elvis de bunu çok iyi bir şekilde harmanlar. Elvis'e ırkçı diyen zır cahiller, oturup bu şarkısını bir dinlesinler. Geçmişle yüzleşme böyle yapılır. Hem ırkçı olan adam, Martin Luther King vurulduktan sonra If I Can Dream gibi bir şarkıyı kaydedip, onu geri dönüş şovu olan 68 Comeback Special'da söyler miydi? Hadi başka kapıya çocuklar. Sizler cahil değil, kötüsünüz.

Gelelim güzel belgesele.

Netflix'e taze eklenen 2018 yapımı Elvis Presley: The Searcher, bugüne dek izlediğim en iyi Elvis belgeseli olabilir. Bir, oldukça derli toplu bir yapım. İki, baştan sona Elvis hakkında. Onun hakkında konuşan konuşmacıların suratlarını bile görmüyoruz. Sadece sesleri var. Üç buçuk saati aşan bu masif belgeseli tüm müzikseverlerin izlemesi gerek. Elvis'in özellikle yükseliş dönemini uzun uzun incelemesi dikkate değer. Başlık bile titizlikle seçilmiş.

Kariyerinin ilk yıllarında gerçek bir araştırmacıydı Elvis. Sevdiği ve ilgilendiği tüm müzikleri en ince detayına kadar çalıştı. Belgeseli izlerken bu araştırma yolculuğuna da tanıklık ediyoruz. Bir önceki belgeselde ima edildiği gibi armut piş ağzıma düş durumu yok. Beyaz çocuğu kayırmak yok. Tupelolu bu çocuk kariyerini kendi elleriyle inşa etti (ve bence yine kendi elleriyle imha etti).

Belgeselde Elvis'in yarattığı sentezin de altı defalarca çiziliyor. İlk teklisinin bir yüzünde siyahi blues bir şarkının, diğer yüzünde beyazların bluegrass müziğinin olması onun güzel bir özeti aslında. Bütün büyük sanatçılar gibi Elvis de sentezlemeyi biliyordu. Her zaman köklerine bağlı kaldı.

Belgeselde ufak bir anektoda yer veriliyor ve bu detayı ben yıllar önce bir dergide okumuş ve acaba doğru mu diye kafamı yıllarca kurcalamıştı. Nihayet ilk ağızdan (eski eşinden) öğrendik. Elvis canı sıkkın olduğunda köşesine çekilir ve piyanosunda geceleri gospel şarkılar söylermiş. Neden bilmiyorum bu detay her zaman hoşuma gitmiştir. İşin dini boyutuyla ilgilenmesem de gospel müzik çocukluğumdan beri hoşuma gider. Sanırım o "tutkulu" hal ve tavır beni etkiliyor. Ancak yürekten hissedilerek söyleniyor.

Yine belgeselin en güzel yanlarından biri de konuşmacıların ehil insanlar olması. Bruce Springsteen, Ike Turner, Tom Petty, Emmylou Harris gibi büyük hocalar yorumluyor. Özellikle Springsteen'i çok önemsiyorum zira kendisi Elvis'i ve çıktığı yeri çok iyi bilen bir isim. Diğer filmde işkembesiyle konuşan CNN paçavrası konuşmacısının aksine! Patron Bey bu belgeselde çok ilginç bir noktaya parmak basmış. Benim de aklıma birtakım şeyler uyandırdı. Şöyle bir iddia ortaya atıyor, frontman'lik müessesinin temelini kilise korolarına götürüyor. Elvis'in bugün anladığımız haliyle ilk frontman olması ve gospel müzikle yakından ilgili olması bakımından çok ilginç.

Eski kulağı kesiklerden Springsteen ve Petty'nin, bu belgeselde hemen yukarıda bahsettiğim An American Trilogy şarkısına göndermede bulunumları da beni kişisel olarak tatmin etti. Kendileri benim dikkat çektiğim sosyolojik öneminden ziyade şarkının müzikal kıymetine odaklanıyorlar ve benim yorumumu tamamlıyorlar.

Uzun saatler boyunca birçok Elvis şarkısı dinliyoruz ama yine bana en çok dokunan finalde çalan If I Can Dream ve Hurt oluyor. Bu şarkılar çok kıymetli. Sana dil uzatanlar taş olsun, heheyt.

2 yorum:

  1. Vay! Şahane bir kritik bu! Yavaş yavaş, ilgiyle okudum. Döktürmüşsün yine :)
    Bahsettiğin ilk belgesel dönemin modasına uygun bir çalışma olmuş sanırım. İkinciyi hemen izliyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir an gözümü karartıp yazıverdim :) Bittiğinde "amma yazmışım yahu" dedim. Searcher'ı beğeneceğinize inanıyorum. Çok özenli hazırlanmış ve ufak tefek de olsa yeni görüntüler ile hayranlarını mutlu etmeyi başarıyor.

      Sil