Birkaç senedir Eurovision'a bakmıyorum. Oylama sistemi, komşu kayırmacılığı, politik tutarsızlıklar derken midem bulanmıştı. Zaten katılımcılar da akılda kalıcı şeyler çıkaramıyordu. En son İsrail'in kazandığı o şarkıyı duyduğumda "yapacağınız işi.." demiştim. Kovid süreci Eurovision'a iyi gelmiş olacak ki bu sene biraz toparlandığını görüyorum. Hem organizasyon açısından hem katılımcılar açısından. Ha yine çok mu matah şarkılar, değil. Fakat iyi kötü birkaç ay dinlenesi şarkılar çıktı. Ben geceyi takip edemedim ama geriden gelip izlediğimde İsviçre'yi favorim ilan ediyorum. Baya iyi şarkı. Eh, sahne şovu da yeterliydi. Yazık oldu Gjon dostumuza. Fransa neden durmadan ballad'larla katılıyor? 2021 yılında ne balladı kardeşim. İyi bile aldılar o halde (zorlasalar birinci oluyorlardı). İtalya? 2000'lerin başına götürdüler bizleri. O yılların ortalama rock anlayışını hortlattılar. Tabi günümüzde müzik iyice leş bir hal aldığı için kıymetli göründü. Ama dediğim gibi bu şarkı gibi milyon tane şarkı yapıldı o dönemde. İzlanda da yine öne çıkan eli yüzü düzgünlerdendi. Ama yine de günün sonudna ben Tout l'Univers'i mırıldanıyorum. Bir tweete çok güldüm. İtalyan grubu ile Gjon'nun resimlerini yan yana koyup altına "yine kötü çocuklar kazandı, temiz çocuklar kaybetti" demişler. Taş gibi şarkı valla.
HBOMax'in belgesellerine devam ediyorum. İhtiyacımız varmış gibi salgının ilk aylarında dikkatle takip edilen cruise gemisinde salgının seyrine dair bir belgesel çekildi. Adı da The Last Cruise. Gemide virüsün ilk ortaya çıkışı ve yolcuların yaşadıkları anlatılıyor. Yani.. aradan bir buçuk sene geçtiği için artık "korku" hissettirmiyor bu tarz yapımlar çünkü hala tam ortasındayız. Ama filmde beni en çok rahatsız eden şey virüs değil de yolcular oldu. Zira kaptan yolculara odalarında kalmalarını tembihlediğinde bazı yolcular en beyaz halleri ile şımarıkça tepkiler veriyor. Mesela yemek servisi artık yapılmayan gemide, yemekler odalarına kadar getiriliyor, yolcularla en az temasla hemen servis gerçekleştirliyor. Ama bir çiftimizin duruma tepkisi şöyle oluyor: "ya bu karantina sürecinde gemi personeli sence de biraz suratsızlaştı mı, eskisi kadar cana yakın durmuyorlar". Bir diğer çift ise gelen yemeklere dair "ben yumurtamı soğuk yiyemem, hamburger de çıkarmıyorlar, ketçap yok.." yorumunu yapıyor. Bok yiyin deyiverdim. Bir yanda balkonlu odalarında konforla karantinasını geçiren yolcular, diğer yanda geminin altında, su seviyesinin altında bir camı bile olmayan kamaralarda tıklım tıkış beraber kalan ve daracık alanda namaz kılmaya çalışan, dua eden personel. Korkunç. Belgeselin en çarpıcı yeri ise bence sonunda yolculardan birinin tahliye edilirken "yakın zamanda Mayıs'ta bir diğer cruise seyahatim var onu yapacağım ahaha" derken çalışanlardan birinin gemiyi -yolculardan ancak günler sonrasında- terk ederken "umarım bir daha böylesi büyük bir gemide çalışabilirim, iyi bir fırsat" diyerek memleketindeki ailesine para gönderebilmeyi düşünmesi...Bat dünya bat. Sinir krizi geçirmeden izleyebilirseniz buyursunlar.
Ben komşu kayırmacılığı için de seyrederdim Eurovision'u :D İsrail'in o kazanan şarkısı normalde "Abavv bu da ne?" kategorisinde kalıp sonraki senelerde Eurovision'un en tuhaf anları filan diye hatırlanmalıydı. O kız da body positivity filan diye yardırıp ilk iş koşarak Netanyahu'yu öpmeye gitti. Ben Eurovision'ı hep biraz da queer-safe bir yer olarak seviyorum, kız dümdüz faşistti. O sene Kıbrıs'ın hakkını yediler, Fuego tam bir Eurovision-beach club senseyşın şarkıydı, hala dinliyorum :)
YanıtlaSilBu sene unuttum, resmen kaçırmışım, ertesi sabah sosyal medyada fark ettim. Ay o İtalyanlar tam benim kalemimmiş ahhahhahha :D Hemen Instagram'dan takip etmeye başladım, oğlan çok güzel.
Bu cruise gemisiyle ilgili uzun bir yazı okumuştum, birkaç ay oluyor. Yazıda da çalışanlarla yolcuların şartlarını karşılaştırıyordu ama yolcuların bu tavırlarından pek bahsetmiyordu. Ben de yazının üzerine The Black Trail diye bir belgesel izledim, gemicilik endüstrisinin korkunçluğu hakkında. Bu cruise gemileri de kullanabilecekleri en ucuz ve en berbat yakıtı kullanıyor, yanaştıkları limanlarda kontakt kapatmadıkları için (daha ekonomik oluyormuş) o limanların havasını da zehirliyorlar, resmen kanser sayıları tavanlarda o küçücük İtalyan liman kasabalarında filan. Ayrıca vergi vermiyorlar ve saçma sapan bir uluslararası kurum tarafından regüle ediliyorlar (sen bunu regüle edilmiyorlar diye oku.)
Uzun yıllardır yarışmanın LGBT+ görünülürlüğünü arttırması önemli olsa da cidden o İsrail faciası unutulacak gibi değil. İzlandalı grup gereken cevabı vermişti :D
Silİtalyan işi Franz Ferdinand tam :)
Daha önce hiç cruise seyahati yapmadım ama niyetim vardı. Hatta Arap Yarımadası'nı böyle gemiyle geçiştirmeyi planlıyordum - emekli işi tam (Dubai'de 1 gün kalsam ne 7 gün kalsam ne zaten-görecek tarihi bir şey yok :D) Fakat bu belgeselden sonra soğudum. Ciddi bir sorun varmış bu işlerin arkasında, anlaşıldı :/ Bir yandan garip şekilde Godard'ın Socialisme filmini hatırlattı. O da cruise gemisinde geçen bir sistem eleştirisiydi, Patti Smith cameosu falan da vardı <3
Yarışma fazla ışıl ışıl değil miydi görsel olarak? Yorucu yani:)
YanıtlaSilBahsettiğin belgesel bu dönemde ve aslında her dönemde nasıl eşitsizlikler yaşandığını göz önüne seriyor. Daha geçen gün konuştuk bu konuyu. Kimi 17 günlük kapanmayı otellerde geçirirken, kimi belki psikopat babasıyla, sorunlu ailesiyle, para yoksunluğuyla vs. evinde sıkıntı içinde geçirdi. Bunları düşününce çok üzülüyorum. Kesinlikle bu salgın herkesi eşit etkilemedi. Hani bazen öyle söyleniyor ya. Eşitsizlik hep oldu, hep olacak. Ne yazık ki.
Benim de hoşuma giden o oldu :) Fazla cafcaflıydı bu sene. Birkaç senedir üstünde ölü toprağı var gibiydi :D
SilYalının bahçesinde ferah ferah dolaşırken "ay evde kalın lütfen :(" diyenler de unutulacak gibi değil.