Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

3 Mart 2021 Çarşamba

Nick Cave & Warren Ellis - Carnage (2021)


Bir gece ansızın geldi bu albüm. Kalbimin orta yerinden vurdu. Nick Cave, sesiyle beni derinden etkileyen ender şarkıcılardan. Duyduğum her melankolik şarkıda hislenmem. Ama bazı şarkıcıları ne zaman duysam o an yüreğim kıpırdanıverir. Cave'i dinlerken, kitaplarını okurken hep şu hisse kapılıyorum, gecenin bir yarısı ıssız bir yol kenarı tesisinde oturmuşum. Sigara içiyorum (oysa ki içmiyorum-çünkü tüm yaşama "isteksizliğim"e rağmen sağlıklı yaşama delisiyim... çelişkiler dolu insanlık). Böyle uzun uzun uzaklara dalmışım. Bazı şarkılarında ise -yine- geceyarısı ama bu defa evimde, elimde kahve bardağım (işte bu olur), camdan yıldızlara bakıyorum. Bazen yağmur, bazen kar. Halbuki ben Nick'i sıcak bir yaz gecesinde tanıdım, hatta tokalaştık (tık tık); en güzel konser deneyimimdi muhtemelen. Bir ayin gibiydi.

Birçoğunuzun aksine Nick'in "gitarsız" yıllarında çıkardığı işleri daha çok seviyorum. Özellikle de Push the Sky Away ile başlayan bu katıksız elektronik dönemini. Warren Ellis'in elektronik yönlendirmesiyle. Nick'in karanlık sesine en çok yakışan enstruman hiç şüphesiz ki keman. Ama elektronik dokunuşlar da çok yakışıyor. Skeleton Tree, Ghosteen hepsi de mükemmele yakın işlerdi. Hatta bence Skeleton Tree, tartışmasız en iyisiydi.

Pandeminin getirdiği iptaller nedeniyle kendisini Ghosteen Turnesi'yle izleyemedik. Oysa kendi sitesinde vaktiyle çıtlatmıştı; Avrupa ayağında Türkiye'ye gelebileceğini belirtmişti. Fakat olmadı. Turneyi ertelemek yerine toptan iptal eden Cave, Warren ile kafa kafaya verdi ve karantina günlerinde çok kısa bir zamanda Carnage'ı kaydetti.

Ellis-Cave ikilisinin bir film müziği harici yaptıkları ilk solo iş olma özelliğini taşıyan Carnage, oldukça sıradışı ve epey grift bir albüm. O kadar hazırlıksız yakalıyor ki sizi, bir iki dakika geçmeden olayın ciddiyetini kavrayamıyorsunuz. En azından bende öyle oldu. Hand of God'ın başlamasıyla mekan zaman kavramımı yitirdim. Hipnotik bir şarkı (hatta kullandığı kimi efektler sebebiyle anksiyeteyi tetikleyebilecek bir şarkı). Albümün çoğunluğu gibi minimal bir düzenlemeye sahip. "Az çoktur" denmiş. Ne ala! Ghosteen'in tek sorunu "overproduction" tercihiydi. Ondan da olsun bundan da olsun denerek albüm şişmişti. Carnage'da ise her şey kararında kullanılmış. Tatlı bir piyano eşliğinde Nick'in şiir dinletisiyle başlayan Hand of God, çok ani bir dönüşle hipnotik bir beat eşliğinde deneysel sulara dalıveriyor. O kadar beğendim ki bu seçimi. Bir anda dünyanızı tepetaklak ediveriyor (in the sky dedikten sonra siz de o boşluğa düşme hissini yaşadınız mı merak ediyorum). "Neler oluyor yahu?" dedirtiyor. Özellikle de aralarda işitilen Warren'ın "Tanrı'nın eli" diye diye sayıklayan vokalleri yok mu; bir an gerçekten de Stephen King romanındaymışçasına Tanrı'nın eli bir yerlerden aşağı inecek zannettim.

"Bazı insanlar var, kim olduğunu bulmaya çabalıyorlar.
Bazı insanlar var, neden olduğunu bulmaya çabalıyorlar.
Bazı insanlar var, hiçbir şey bulmaya çabalamıyorlar.
Fakat o göklerdeki krallık, göklerdeki -"


Skeleton Tree dönemini hatırlatan Old Time, Hand of God'a göre daha tanıdık bir şarkı. Sözleriyle beni doksanlara, Henry's Dream yıllarına götürdü. Nick'in bir şeyleri betimlerken sözcük tercihlerine bayılıyorum. Şarkının bir yerden sonra tekinsiz piyano ve kemanın devreye girmesiyle kaosunun giderek artmasına daha çok bayılıyorum. Ortalarda bir yerde Warren'ın dayanamayıp keman solosu atması da şarkıyı bir üst boyuta taşıyor. Warren, gerçekten önemli bir müzisyen. Bir şarkıcı olsam albümümde muhakkak yer almasını isterdim. Push the Sky Away'deki keman dokunuşları albümü ne kadar melankolik sulara taşımıştı hatırlarsınız.

Issızlık ve yalnızlık hissediyorum Nick'in şarkılarında. Bu doksanlardaki The Good Son albümünde de hissediliyordu Carnage'ta da hissediliyor. Carnage, albümün en iyi şarkı sözlerini barındırıyor ve son yıllarda yazdığı sürreal sözlerin aksine bu albümdeki sözlerle eski usül dizelerle karşılaşıyoruz. Nasıl bir bağ kurdum bilmiyorum; ama bu şarkıyı dinlerken durmadan Kusmuk Torbası Şarkısı kitabını hatırlıyorum. Nick'in en sevdiğim kitabını. Şarkının tedirgin edici bir cazibesi var. Her an bir şeyler kopacak gibi. Tolstoy ne der bilirsiniz, "kopması gereken gergin bir tel gibiyim".

"Durmadan hoşçakal der gibi bir halim var.
Ve dağların arasından bir tren gibi yuvarlanıyorum.
... Flannery O'Connor okuyorum, bir kalem ve plan ile.
Bu şarkı bir yağmur bulutu gibi, kafanın üstünde dönüp duran
İşte yeniden geliyor."


Albuquerque tam bir Warren-Nick birlikteliği. Onların beraber kaydettikleri film müziklerine aşina olanlar ne demek istediğimi iyi anlayacaktır. Tatlı bir piyano, pes tonda Nick, iç parçalayan yaylılar.  Wind River ve Hell or High Water soundtracklerinden fırlamış gibi bir hali var. Wind River demişken, oradaki Three Seasons in Wyoming şarkısı, konser öncesi fonda dönüp duruyordu. Dinlemesi yürek isteyen bir şarkıyı konser öncesi seyircilere dayatmak biraz zalimce olmuyor mu sevgili Nick?


Hand of God, şimdilik albümdeki gözdem olsa da, Shattered Ground'un da özel bir yer edindiğini belirtmeliyim. Daha ilk dinleyişte "tadımı kaçırdı". Distant Sky'ı andıran düzenlemesi ve vedalardan geçilmeyen sözleri ile son yılların en karanlık Nick şarkılarından biri diyebilirim. Karanlık ambient bir fona şu sözler yakışıyor mu ya, kalbi olan var, şekeri olan var... ayıptır (son kısımda durmadan tekrarladığı "elveda"lar da insanın yüreği sıkışıveriyor, tıpkı Girl in Amber şarkısı gibi).

"Olduğun her yerde ben varım ve olduğun her yerde elini tekrardan tutacağım.
Sadece sen güzelsin, sadece sen doğrusun; umrumda değil başkalarının ne dedikleri.
..Yapayalnız olacağım sen gittiğinde, tek başına, sen gittiğinde
Ve tek bir ses dahi çıkarmayacağım
En ufak bir ses, en ufak bir ses.
...Ve elveda diyorsun, elveda diyor.
Ay bir kızdır, gözlerinde güneşi taşıyan
Elveda, elveda, elveda..."



Kapanışı Balcony Man yapıyor. Diğer şarkılara göre daha umut vaadeden, aydınlık bir şarkı. Fred Astaire'le özdeşleşen bir Nick, piyanosunun başında günün getirdiği güzelliklere hayret ediyor (sona doğru yaylıların yükselişiyle dinleyende dikelmedik tüy bırakmıyor-çünkü güzel bir dünyadan bahsediyor, her tür acıya rağmen). Neden en çok bu şarkıda duygulandım bilemiyorum. Belki de bu aldatıcı mutluluk hissinin peşinde pusuya yatan mutsuzluklardan korktuğumdan.

"Bu sabah bir harika ve sen de öylesin.
Aygın baygınsın ve sevecensin ve uyuşuksun.
Ve seni öldürmeyen şey seni daha çok çıldırtır."



Günün sonunda elimize geçen kırk dakikalık bir kalp krizi albümü. Başından sonuna kadar kapkaranlık. Fakat bu karanlıkta yas tuttuğu oğlunun hayaletine rastlamıyoruz. Kendi yönettiği The Red Hand Files sitesinde gelen sorulardan birine verdiği yanıtta ölen oğlunu sürekli çevresinde hissettiği ve bazen eşinin de onu rüyalarında gördüğünü söylemişti. Kim bilir. Belki bu albümde de Arthur'un hayaleti vardır. Evlat acısının kolay kolay atlatılabilecek bir deneyim olmadığı aşikar. Lakin Nick, yas dönemini atlatıyor gibi.

Lennon-McCartney ikilisinden bugüne dek ulaşan en verimli müzikal ikili Warren-Nick ikilisi olabilir.

Bunları Dinlemek Lazım: Hand of God, Shattered Ground, Old Time, Balcony Man

2 yorum:

  1. Push the sky away en sevdiğim,
    Bu son albümde böyle daha bi şiir okur havası var. Hoşuma gitti. Çok severim Nick Cave’i, değişik adam
    Bi de o uzun alnındaki çizgiler... şarkıyı söylerken sanki her bi notaya bastığında bir çizgi öne çıkıyor, sonra bir diğeri...dijital nota boardları gibi.
    Nedense profil ismimle yoruma izin vermedi blogger
    Küstü mü bana nedir ?
    Drifter ben ; iadei ziyaret :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende Drifter görünüyor :) Ama yine de tahmin ederdim (muhtemelen). Cave gerçekten de ilginç bir adam ve sahnede şarkı söylerken farklı bir varlığa dönüşüyor. Sahnede onun kadar güçlü iletişim kurabilen birini izlemedim.

      Sil