2020'ye sığdırdıkları iki filmden ilki olan Onward, baya tatsız tutsuz bir filmdi. Hatta ilk defa bir Pixar filminde gözüm saate takıldı. "Ne zaman biter" hesaplarına girdim. Koca filmin tek esprisi minibüstü. Onun harici gülümseten veya düşündüren hiçbir detay kalmadı aklımda (o çiğ Hobbit göndermeleri neydi yahu?). Oysa ki tüm Pixar filmlerinin en büyük numarası, çocukları eğlendiren, büyükleri düşündüren filmler yapmasıydı. Wall E, Toy Story, Incredibles ve son başyapıtları Inside Out gibi.
Yılın bitimine sığdırdıkları yeni filmleri Soul, afişi ve görselleriyle daha ilk baştan "falso" dolu olduğunu hissettiriyordu ama Pixar'dır, vardır bildikleri diyip seyrettim. Kedi var, müzik var kesin iyidir dedim. Perişan oldum. Çünkü bu film, afişlerinin aksine, ne bir kedi filmi, ne bir caz filmi, ne de siyahi bir kahramanın başrol olduğu bir film (son kısmı yazının bitiminde açacağım).
Konu şu, Joe Gardner, çocukluğundan beri caza sevdalı, ama bir türlü sahne hayatına geçememiş bir müzik öğretmeni. Bir gün tesadüf eseri, ünlü bir caz sanatçısıyla aynı sahneyi paylaşacağı bir fırsat çıkar karşısına. Ama o fırsatı değerlendiremeden bir kanalizasyon kapağından içeri düşer ve ölür. Ölümden uyanan Joe, "öteki tarafa" gittiğini fark eder ve hayata dönmek, hayallerini süsleyen caz sahnesine çıkabilmek için bir çıkış arar. Şimdi gelelim filmi dürtüklemeye.
(Filme dair sürprizbozan içerir)
Her şeyden öte son Pixar filmlerinin çizimleriyle bir alıp veremediğim var. Coco'nun görselliğini bir düşünün, bir de ondan sonra çekilen çirkin şeyleri. Arada ciddi bir fark var. Ve bu fark kötüye doğru. Mesela bu filmdeki "varlık-öncesi evren" çizimleri beni rahatsız etti. O kadar ucuz duruyor ki... Çizgi halinde dolaşan ruhlar. Nerede kaldı o Monsters Inc. tasarımları? Joe'ya ne demeli peki? Tamam enstruman kullanımını çok iyi aktarmışlar perdeye. Çok gerçekçi. Fakat Joe ve diğer "gerçek" tiplemeler de bir o kadar özensiz duruyor. Bu ilk filmleri olsa anlayabilirdim.
Bugüne dek çekilmiş olan Pixar yapımları, genelde şu formülü uyguluyordu: "görselde çocuk filmi, düşüncede yetişkin filmi". Yani? Diğer filmleri çocuğunuzla veya kardeşinizle izlerken her biriniz başka şeyler kapabiliyordunuz. Çocukları eğlendirirken sizleri düşündürüyordu. Soul ise bunun tam aksi, "görselde yetişkin filmi, düşüncede çocuk filmi". İşin entelektüel boyutu o kadar çocuksu, o kadar yalapşap ki... Çocukların da bu filmden zevk alacağını sanmam çünkü gördükleri şey çocukları ne eğlendirebilir ne de anlam verebilecekleri bir şey. Ölüm, ölümden sonraki hayat, varlıktan önceki hayat, vs. Hepsi çok felsefik duruyor ama işlenişi ve vardığı yer komedi.
Mesaj? İlk başta klasik "hayallerinizin peşinden gidin" mesajı verilirken, filmin sonuna doğru bambaşka bir yere işaret ederek "hayaller kurun, ama fazla takıntıya çevirmeyin, hayatta küçük şeylerden zevk almaya bakın" deniyor. Hayda... Tamam ben de küçük şeylerden zevk almayı severim. Ama insan, yaratılışı gereği, kendisinden yüksek bir şeyi hedefleme ve onun peşinden gitmeye programlanmıştır. Tüm hayatı "oturup gökten düşen kurumuş yaprakları seyredeyim"e getirmek bana garip geldi. Onca yıldır hayalini kurduğu konserde sahne aldıktan sonra, daha ilk "performans gecesi"nin sonunda "aa ben hep bunun mu hayalini kuruyordum" diyerek pat diye hayalkırıklığı yaşaması çok hızlı geçiştirilmiş. Hepimiz hayatında böyle anlar yaşanmıştır elbet. Çok arzuladığı bir şeye kavuşunca "hepsi bu muymuş" demiştir. Ama bunu ilk elde ettiği anda düşünmemiştir. Zamanla kavrar. Proust da kitaplarında hep bunu işler, arzulanan şeyin aslında tasarlandığı kadar büyüleyici ve arzulanabilir olmadığı gerçeğini. Film, bence küçük şeylere haddinden fazla anlam yüklemiş. Doğru, arzuları ve planları saplantıya çevirmek hastalıklı sonuçlar yaratır; ama o arzular bizi biz yapar. Yıllardır beklediği sahne deneyimini tek celsede değersiz bir yere konumlandırması filmin en büyük sıkıntısı.
İsmi Soul (ruh) olmasına rağmen içinde ruhtan eser yok. Pixar filmlerinde alıştığımız hislenme anını bu filmde yaşayamadım. Belki Joe'nun hayatının gözlerinin önünden geçtiği o ufak anların derlendiği sahnede bir şeyler hissettim. Ama o da bir iki dakikalık bir hadise. Eleştiriyorum ediyorum ama Onward'ta bile heyecan duyduğum ve duygularımı harekete geçiren anlar vardı. Hiç olmadı o minibüsün kendini feda ettiği sahnede tüyler diken diken olmuştu. Onward'a bile rahmet okuttular.
Hele bir de şu siyahilerin ayaklandığı konu var ki ne deseler haklılar. Bu film Pixar'ın siyahi bir karakteri başrole yerleştirdiği ilk film olması dolayısıyla büyük önem taşıyor. Fakat o da ne? Siyahi karakter, filmin yarısında mavi bir yaratığa dönüşüyor, sonra gidiyor kedi oluyor (kedi sahnelerinin de artık olabilecek en bayat esprilere sahiplik etmesi...). Bir kısmında beyaz bir kadın tarafından seslendiriliyor. Buyur burdan yak.
Geçmiş olsun.
ooo çok acımasız bir değerlendirme olmuş ama bu :) tamam harika bir film değildi ama bence biraz senin beklentinle alakalı bir durum özellikle verilmek istenen mesaj bence çok netti dünyaya inmek istemeyen ruhun her şeyi boş vermiş olması gardner in ona nazaran idealist duruşu ama hayatın onları bir şekilde bir araya getirerek bir şeyler öğretmesi bence oldukça güzel bir hikayeydi ama şu eleştirine çok katılıyorum sekanslar arası geçiş oldukça hızlıydı.
YanıtlaSilgörsel olarak aslında pete docter in elinden çıktığı belliydi figürler adeta onun imzası gibi olmuş inside out 'daki karakterler gibi geldi hatta bir an ama yine de sıralama yaparsam biraz daha geride kalır haklısın beklenti yükseltilmeden izlenebilir :)
Az bile :p Bence bu kadar derin ve çetrefilli bir mevzuyu 90 dakikaya sığdırmak güç, ki zaten olmamış. Filmin süresi daha fazla olsaydı ve o geçişler yedirilebilseydi belki de bu kadar sert eleştirmezdim. Küçük şeylerden zevk almak, hedefleri takıntıya dönüştürmemek güzel mesajlar ama işlenişi çok zayıf. Düz bir bakışla "aman yan gel yat bu dünya kimseye kalmayacak" tadındaydı. Pixar'ın derin animasyonlarından sonra ciddi bir düşüş.
Sil