Yaa.. Bir zamanlar biz American Horror Story severler olarak burada konuşuyorduk. Her sezon incelemeler yazıyordum. Bazılarımız da yorumlarıyla katkıda bulunuyordu. Sonra ne oldu da hepimiz unuttuk? 2020'de yeni bir sezon çekilmedi. Peki öncesinde neden bir şeyler yazmamışım hiç bilmiyorum. Gerçi biliyor da olabilirim. Çünkü bu dizi, dördüncü sezon ile birlikte kendi ipini çekti. Hiçbir sezonu tat vermemeye başladı. Uzadı da uzadı. Hotel, iyi bir sezondu. Onu bir kenara ayıralım. Ama diğerleri? Cult, politik göndermeleri ve karanlık atmosferiyle kendini izlettirdi. Çok mu sevdim? Hayır. Fakat iyi kötü izledim. Ortalama bir sezondu yani (jenerik videosu için parantez açmak lazım; muhtemelen en iyi jenerik o sezondaydı). Roanoke, güzel başlamasına rağmen son bölümleriyle gözlerden kanlar akıttı. Durmadan "ben neden bunu izliyorum" diye sordurttu. Apocalypse için denecek bir şey yok, bok yoluna gitti bütün sezon. Zaten ilk bölümünden belliydi gelecek vadetmediği; ama o kadar kötü bir şekilde ilerledi ve final yaptı ki, diziye olan tüm inancım ve şevkim kayboldu. Bir daha American Horror Story izlememeye karar verdim.
Peşinden 2019 yılında çekilen 1984, gerek ucuz posteri, gerek aldığı yorumlar ile adeta "beni seyretme" diye bas bas bağırıyordu. Seyretmedim de. Zaten en kısa sezonlarından biri oldu. Dokuz bölüm sürdü. Ama ne olduysa oldu, pandemi döneminin getirdiği açlıktan mıdır nedir 1984'ü izlemeye karar verdim. Sıfır beklenti ile. Peki ne oldu? Bayıldım!
Her bölüm sonunda bölümde çalan şarkıları dinleyerek kendimden geçtim. İçimdeki seksenler canavarı hortladı ve Van Halen'lar, Billy Idol'lar havada uçuştu. Kabarık sarı saçların özlemini kurdum.
Önce bir fragmanı izleyelim, sonra sürprizbozan vermeden sezonu konuşalım (yazının devamında sürprizbozanlı ayrı bir bölüm olacak).
İşte böyle. Slasher dediğimiz (ve benim de çok sevdiğim) korku alt türünü konu edinen ve seksenlerde geçen dokuzuncu sezon, hiç beklemediğim kadar keyif verdi. Hatta biraz daha ileri gideyim, izlediğim en iyi American Horror Story sezonuydu. Bitmesin istedim.
Öncelikle bu sezonu diğerlerinden daha iyi kılan şey "ne yapmak istediğini bilmesi". Murder House ve Asylum, yani ilk iki sezon, korku hikayeleri anlatmaya çabalayan sezonlardı. Ama ne olduysa oldu, Coven ile birlikte dizi dünya çapında fenomene dönüştü, her yerde diziden sahneler görür olduk. Tumblr (o zaman zirvedeydi) ve sosyal medyada gif'ler, meme'ler dolaşıp duruyordu. Bu da dizinin yapımcılarını ve muhtemelen yönetmenini etkiledi. Devamında çektikleri bütün sezonları, bu "popüler sahne" kafasına göre kurguladılar. Neredeyse bütün bölümler, korku dizisi amacı gütmekten ziyade tamamen sosyal medyada paylaşılsın diye çekilmiş allı pullu estetize sahnelerden ibaretti. İşe politik rüzgarı da dahil edip "sosyal adalet savaşçılığı"na soyunulunca, serinin bir korku dizisi işlevi kalmadı.
Bunlar yetmezmiş gibi, dizinin hayranları müthiş bir refleks ile Jessica Lange ve birkaç oyuncunun kültü üstünden inatlarını sürdürdüler. "Sarah Paulson olmazsa izlemeyiz", "Lange geri dönsün" diye diye diziyi birkaç oyuncunun tekeline çevrilmesi için gayret ettiler ve haliyle bu da diziyi zehirledi. Yanlış anlaşılmasın, Lange olsun Evan Peters olsun hepsi sevdiğim oyuncular. Lange'i ekranda seyretmesi bir keyif. Ama her şeyin bir zamanı var. Paulson da Peters da yeni yüzler olmasına rağmen dizinin mazisi giderek uzadıkça yüzleri de eskimeye başladı (hele ilkinin ekşi surat ifadesini görmeye tahammülüm kalmamıştı).
1984'ü keyifli kılan şey bu hataları tekrarlamaması. Neredeyse sıfırdan bir kadro ile kurgulanmış. Eski sezonlardan tanıdığımız birkaç isim elbette var ama onlar ya yan rollerde kalmış tiplerdi ya da farklı karakterler ile alışmıştık. Emma Roberts! Bilmekaç sezondur "zengin, durmadan sigara içen, suratsız bir sürtük" rolünü üstlenerek tekrara düşüyordu. Bu sezonda ise "cici kız" rolüyle tam aksi bir rol üstlenmiş ve üstesinden gelmiş. Öyle ki, kendisinin yer aldığı bütün sahneleri soluksuz izledim. İçindeki oyunculuk yeteneğini sergileyebilmiş. Yine parlayan oyuncular arasında Carrie Fisher'ın kızı Billie Lourd'u ve bu diziyle tanıdığım ama performansını çok beğendiğim John Caroll Lynch'i de unutmamalı. Demek ki neymiş, fırsat verildiğinde bu dizide herkes parlayabilirmiş. İkide bir eski yüzler nostaljisi yaparak diziyi köşeye hapsetmenin alemi yokmuş. Farklı suratlara yol açın.
Dediğim gibi bu sezonun "ne yapmak istediğini bilmesi" de önemli. Yönetmen Ryan Murphy, nihayet cinsel organ ile değil beyni ile sezonu kurgulamış. Sahnede görmek istediği şeyi değil de biraz olsun seyirciyi de düşünerek tercihlerde bulunmuş. Son sezonlar sadece Murphy'i -cinsel açıdan- mutlu edecek alabildiğine estetize edilmiş sahneler üstünden gidiyordu. Adeta uzun metraj müzik klipleri gibiydi. Yüz elli saat çalan şarkılar, alımlı kadınlar, yakışıklı oğlanlar, neonlar, lüks evler ve bol bol seks. Bu sezon o goygoylardan eser yok. Her şey kararında.
Müzik seçimi zayıf anlamına gelmesin. Tam aksine, gerçek bir seksenler şöleni. Bir farkla, gerektiği kadar. Alice Cooper, Hall & Oates, The Smiths, (kusana dek) Billy Idol, Survivor (Eye of the Tiger!), Duran Duran, Kajagoogoo, Def Leppard, Bananarama ve neler neler.
Önemli olan neyi ne kadar kullandığın. 1984, çok dengeli bir ürün. Bölüm süreleri gereksiz uzatılmamış. Ve bence en önemlisi atmosferi çok başarılı. Kendinizi dokuz bölüm boyunca seksenlerde hissediyorsunuz. Saçlarıyla, makyajlarıyla, göndermeleriyle.. Bir diğer dizi karakteri tarafından "kaşar Cyndi Lauper" diye nitelendirilen Montana karakterinin dediği gibi, "seksenler hiç ölmeyecek!" (son bölümdeki o seksenlerin dönüşü muhabbeti hüzünlendirdi)
Dönemin korku klasiklerine yapılan göndermeler de çok leziz. Gördüklerim The Burning, Friday the 13th (Crystal Lake'ten tutun da her bir detayı kullanılmış), Halloween, Alone in the Dark. Biraz daha eşelesek buluruz. Ama o kadar büyük bir şevkle izledim ki, soluk bile almadan bitirmişim. Detaylara dikkat edemedim.
Yeni sezonun bu yıl geleceği öngörülüyor. Beni korkutan şey, eski kadronun büyük ölçüde yeniden toplanması. Bence bu yeni kan ile yola devam edilmeliydi. En azından iki sezon daha. Eğer eskisi gibi "yıldız"ları parlatmak için "estetik sahneler bütünü" bölümler çekecekseniz hiç izlemeyelim. A yo, 1984 gibi hedeflediği şeyi verecek ve korkutacaksanız eyvallah. 1984, serinin en bonkör sezonuydu herhalde. Kanlı sahneler de epey çoktu (hatta finali "gore festivali"ydi).
Hem onca kanlı sahnenin yanında işin dram özü de yoğundu. Son bölümlerini izlerken duygular şelale oldu. John Caroll Lynch'in hayat verdiği Mr. Jingles karakteri gerçekten üstüne çalışlmış, derin bir karakter. Diğer sezonlardaki asetat kalınlığındaki tiplemeleri hatırlarsınız. Mr.Jingles, sezon bitse de yıllar sonra hatırlanası bir karakter. Keşke solo bir film projesinde kullanılsaymış. Siz de hikayesinde ağladınız mı?
Ağlasanız da ağlamasanız da şunu farketmişsinizdir, bu dizi "final" yapabildi. Neredeyse her şey bağlandı ve havada kalan bir şey bırakmadılar. Diğer sezonlar ne zaman bitse hep bir olmamışlık, eksiklik hissi verirdi. Başı belli, sonu belli. Ortası keyif. İzlemek için ne bekliyorsunuz?
Ne seksenler ne de korku sineması ölmeyecek. Biz yine güvenli limanlar olarak oralara döneceğiz.
* * *
Beğenmediğim şeyler yok muydu, vardı. Sürprizbozanlı bir şekilde paylaşayım:
- Hayalet mevuzusu tamam. Fakat o Şeytan ile doğaüstü hadiselerin hiç gereği yoktu. Ramirez karakteri tamamen iticiydi. Keşke hikayenin o yanı başka türlü bağlansaydı.
- Kimi kurgusal hatalar.
- Billy Idol'ı ucundan bir görebilseydik veya en azından festival gerçekleşebilseydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder