Son haftalarda bildiğim şarkılara, şarkıcılara sığındığımdan bahsetmiştim. O kadar iyi geldi ki. Bildiğim veya bildiğimi sandığım limanlarda ne cevherler saklıymış. Keza yüzlerce kez dinlediğim şarkılardan bile hala tat alabildiğimi farkettim. Robin Williams, August Rush filminde müziği şu sözlerle tanımlar, "Tanrı'nın ufak bir hatırlatmasıdır; bu evrende hepimizin arasında bir şey vardır, yaşayan her canlının, şeyin, mekanın, hatta yıldızların bile aralarında oluşmuş harmonik bir bağ." Çok hoş. Criterion Koleksiyonu'nun oyuncu ve yönetmenleri davet edip sevdikleri filmleri seçtirerek nedenlerini aktardıkları bir seriden söz etmiştim. Radio France'ın da bunun gibi bir programı var. Ünlüleri, kocaman arşivlerine çağırıp sevdikleri plakları seçmelerini ve şarkıları dinlerken onlara tam olarak ne ifade ettiğini seyircilerle paylaşmalarını istiyorlar. Françoise Hardy'nin konuk olduğu bölümü seyrettim bugün ve yine günüm güzelleşti. Kendisinin vaktiyle ta Las Vegas'a gidip Elvis Presley'e onun şarkısına yaptığı cover'ı takdim etme çabasından tutun da, eşi Jacques Dutronc'la ilk tanışmasında ona dair düşündüklerine kadar güzel paylaşımlarda bulunmuş. Meraklısı izleyebilir (serinin Jarvis Cocker ve Brian Molko gibi konukları da bulunmakta-İngilizce altyazı eklentisi var).
François Ozon'nun filmlerini çok seviyorum. Kendine has bir tarzı var ve filmlerinde herkes genç, yaz mevsimini yaşıyor ama hüzünlü. Genelde bu üçleme hiç şaşmıyor. Fakat buna uymayan filmleri de var mesela Frantz. Sinemada izlemek istediğim lakin yetişemediğim filmlerinden biriydi. Haftasonu kendime kıyak çekip seyrettim. Keşke daha önce izleseymişim. Yine on ikiden vurdu. Büyük Savaş (Birinci Dünya Savaşı) sonrası sevdiğinin mezarına gidip gelen Alman bir kızın, savaşta ölen erkek arkadaşının kabrini her gün Fransız bir erkeğin ziyaret edip, çiçek bıraktığını farketmesi sonucu tutucu kasabada gelişen olayları ve zamanla ortaya çıkan korkunç gerçekleri konu alıyor. Filmde kurulan ikililikler ve göndermeler çok hoşuma gitti (hele ki intiharı anlatan bir tabloya bakarak "umudu" diri tutabilmek...). Oyunculuklar -özellikle de başroldeki kız- ve renk geçişleri etkileyici. Şiir gibi film (uzun zamandan sonra bir filmde bu kadar hüzünlendim).
Kayıplarla yüzleşebilmek, Ozon sinemasının en çok irdelenen sorunsallarından biri. Mesela en güzel filmi diyebileceğim Sous le sable da baştan sona bunun üzerineydi (ne ağlamıştık o filmde). Yine bence kıymeti bilinmeyen bir şaheser olan Gouttes d'eau sur pierres brûlantes'ın da işlediği bir mevzuydu. Biten bir aşkın, biten bir ömrün arkasından ne kadar yas tutabilirsiniz? Nereye kadar kaçabilirsiniz gerçeklerden? Sonu yok mudur bu yas tutuşların? Bilmiyorum. Bazen ben de bazı şeyleri bitiremediğimi düşünüyorum.
Tebessümle kalın.
Ozon filmleri tam da dediğin gibi , enerjik ve genç. ama buna tezat hüzün hep işleniyor filmlerinde. belki de yönetmeni farklı kılan bu. Frantz ben de
YanıtlaSilizlemedim , en kısa zamanda bakmalıyım. aklıma düşürdün..
Muhtemelen o filmi de beğenirsiniz. Ozon zarifliği hissediliyor :)
SilDÜN AKŞAM SEYRETTİM, savaşın farklı taraflarda benzer duygusunu, yıkımını göstermesi de çok etkileyiciydi.
SilÖzellikle savaşanların babalarının kendileriyle yüzleştiği yer çok etkileyiciydi.
SilOooo çok teşekkürler, tam da "bıktım artık tüketim dizilerinden" dediğim anda ilaç gibi geldi.
YanıtlaSil