Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

16 Kasım 2020 Pazartesi

Parazit

İçinde yaşadığımız küresel postmodern kabusta neyin gerçek neyin değil belli olmadığı, vasat ile dahilik arasındaki boşluğun giderek kapandığı ve her şeyin sanat kapsamında değerlendirilerek sanatın değersizleştirildiği, hatta yok edildiği bu çağda aklımızı ve zevklerimizi korumak zor iş.

Parasite (2019) hiç şüphesiz son yılların en çok konuşulan ve üzerinde konsensus sağlanan filmlerindendi. Takip ettiğim kadarıyla filmi beğenmeyenlerin sayısı çok az. Çevremde de gözlemlediğim kadarıyla herkes bu filme tam not veya tam nota yakın bir şeyler veriyor. Yeni kuşağın deyimiyle "hype"lanan şeyleri, yani üzerinde fazlaca konuşulan ve beklentilerin arşa çıkarıldığı eserleri o tantananın tam ortasında konuşmayı doğru bulmuyorum. Bir süre geçtikten sonra değerlendirmeyi daha sağlıklı görüyorum. Dolayısıyla bir senedir konuşulan Parasite filmine dair fikirlerimi bu yazımda paylaşacağım. Bu satırdan itibaren filme dair sürprizbozanlar yani spoilerlar verileceği için filmi izlemeyen dostları bir süreliğine çay bahçemizin en nezih kenarına alıyoruz.

Güney Kore sineması, son yıllarda git gide ivmesini arttıran ve hakkında söz ettiren dünya sinemalarının başında geliyor. Hiç şüphesiz ülkenin öykündüğü Batı'nın standardında iyi işler yapmaya çalıştıkları bir gerçek. Bu da bir yandan "yerelliği" öldürüyor gibi. İran sineması veya Japon sinemasına göre Kore filmlerini daha çok Kore'de geçen Amerikan filmleri gibi kabul ediyorum. Bu eleştirim de bir yerde bulunsun istedim.

Filme gelirsek.. Altın Küre, Akademi Ödülleri ve Cannes'da topladığı bilmemkaç kamyon dolusu ödül bir yana dursun, hoşlanmadım. Bir kere ortada "teknik" olarak iyi bir film var, bunu kabul edelim. İyi çekilmiş, iyi kurgulanmış. Vadettiği psikolojik gerilimi birçok yerde hakkıyla verebilmiş (örneğin ailenin kamptan vazgeçip eve döndüğü dakikalar veya yeraltı sığınağının ilk keşfediliği o anlarda seyirci diken üstünde oturtuluyor). Oyunculuklar sırıtmıyor. Tamam. Ama peki ya fikri iklimden ne haber? İşte filmin en büyük çuvalladığı nokta da burası.

Vermek istediği mesajlar (?) bir yana bırakılırsa seyir zevki olan bu film, okuma kısmına girildiğinde tatsızlaşıyor. Hatta öyle ki, yönetmenin kötü bir niyetle yola çıktığını bile söylemek mümkün hale geliyor. Bu filmin temel derdi ne? Neden ismi Parazit? Çok basit bir şekilde yaklaşıldığında bu film toplumdaki "sınıf çatışması"nı işliyor ve herkesin birbirinin "parazit"i konumunda olduğunu ima ediyor. İyi de, bu iki saat boyunca, bizlere gösterilen farklı sınıf katmanlarından insanlara baktığımızda parazit sınıfına girenler sadece emekçi kesim? Film boyu iyiden iyiye karikatürize edilen o zengin (ve alabildiğine ahmak) sınıfın parazitliklerine dair en ufak bir emareye yer verilmemiş. Hatta öyle ki, işverenler erdemli davranışlar sergileyip enflasyon farkını bile gözeterek çalışanlarına ödedikleri miktarlarda iyileştirmeye gidiyor. Hem şu "ahmak" zengin imajı da ne ola ki? Evin babası anladığımız kadarıyla ya ceo ya da o düzeyde üst düzey bir yönetici. Ama ne hikmetse bir amipten farksız. En ufak bir zeka pırıltısı yok. Dahası eşi ondan beter. Öyle ebleh tepkiler veriyor ki, Amerikan sinemasındaki aptal sarışın imajı bile onun yanında Stephen Hawking kalıyor. Yahu, bu insanlar o büyük paraları nasıl kazanmışlar, nasıl saklıyorlar bu gerizekalı halleriyle?

Filmde zeki olanlar emekçi insanlar; fakat ne hikmetse onların da alayı çıkarcı, kindar ve plancı. En ufak bir sempati besleyemiyorsunuz. Hepsi birbirinden Allah'ın cezası tipler. Hem zeki diyoruz ama, bir kriz anında (sığınakta yaşanan karşılaşmada) birbirileriyle anlaşmak yerine yine birbirlerinin gözlerini oymanın ve üst sınıfa yaltaklanmanın derdine düşüyorlar. Zekalarını "birlik" olmak yerine "bölünmeye" harcıyorlar ve zeki alt sınıfların en büyük düşmanı yine benzer alt sınıf insanları oluyor. Dolayısıyla filmde sınıflararası bir çatışma hiçte beklendiği gibi işlenmemiş.

Bu da yetmemiş, alt sınıftan insanlarla daha ilk tanışmamızda "böcek" imasıyla karşılaşıyoruz. Bodrumdaki evlerine camdan giren "böcek ilacı"yla öksürük krizine giren ailemiz, daha sonrasında lağımların taşması sonucu evlerini terk eden "fareler" misali bir su taşkınıyla evlerinden oluyorlar. En nihayetinde de, bir böcek veya fareden çok daha tehlikeli ve kovulması zor olan "parazit"leşme sürecine giriyorlar; zira bir paraziti tespit etmek ve konakladığı yerden kovalamak zordur. Parazitler çok tehlikelidir. Böcek ve fare gibi mide bulandırmakla kalmaz, vücudu yıpratır. Peki böyle mi oluyor? Yine hayır. Filmin sonunda üst sınıf insanlarından sadece bir kişi kayıp verilirken (ki o da sadece koku imasından dolayı öldürülüyor) alt sınıf insanları her şeylerini yitiriyor.

Peki çıkış yolu ne? Babanın göğsünü gererek hapsedildiği sığınaktan kurtarılabilmesinin tek yolu, oğlunun sisteme entegre olup, üst sınıfa dahil olabilmesi. Ölme eşeğim ölme yani. Son kertede iş yine kapitalist sistemin övgüsüne getiriliyor. Ya bu sistemde oyuncu olursun, ya da bir bodrum katında, ya da daha da aşağıda, bir sığınakta çürürsün. Sistemin değiştirilmesine dair en ufak bir ışık veya emare göremiyoruz. Çünkü ne yönetmenin ne de tiplemelerin hiçbirinin derdi sistemin kendisi değil, tek dertleri "köşeyi dönmek".

Dolayısıyla bu filmin ne bir sosyo-ekonomik çatışmaya dair sözü var, ne de herhangi bir derdi var. Sadece kuru gürültü yapıyor. Dedim ya, postmodern günlerdeyiz diye. Postmodernizmin bize "bir şey"miş gibi sattığı ürünlerden biri daha. Lanthimos gibi şarlatanların yüceltildiği (Dogtooth dışında bir tane bile kaydadeğer işi yok), Parasite gibi filmlere misyonlar yüklendiği korkunç bir devir. Lars von Trier'lerden, Micheal Haneke'lerden nerelere geldik...

4 yorum:

  1. Ağzınıza sağlık,düşündüklerimi ne de güzel yazmışsınız,ben de bir ben miyim diyordum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunu duyduğuma sevindim zira filmi beğenmeyen bir kişi dahi yok çevremde :)

      Sil
  2. "Ne bir sosyo-ekonomik çatışmaya dair sözü var, ne de herhangi bir derdi var" tespitine katılıyorum ve ben bu gözle izledim açıkçası. İlginç bir filmdi. Bazen komedi, bazen gerilim, bir ara tiyatro temsiline bağladı vs.:) Her filmde sosyal mesaj arama durumu var ve bazı yönetmenler de bu nedenle arada kalıyor sanırım. "Biraz istediğimi yapayım, biraz mesaj ileteyim Twitter'da falan konuşulsun" durumları var sanki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle! Bence yönetmenin en büyük problemi bu. Mesaj kaygısı gütmeden kurgulasaydı eminim bu kadar söylenmezdim. Sonuçta iki saat boyunca izlettiriyor mu, evet. Eli yüzü düzgün. Fakat vermek istediği -ama doğru, ama yanlış- mesajlar o kadar bayat ki.. 2020 dünyası için yeni bir şey söyleyemiyor ve dahası düşünmeye bile sevketmiyor. Dediğiniz gibi Twitter'da dönen çakma aforizmalara öykünüyor. Neticede sosyal dengeleri gözeten yüzlerce iyi film yapıldı bugüne kadar. Parasite'ın onların üstüne bir şey koyabilmesi gerekirdi. Bunu yapamaması bir yana bir de fevkalade yanlış bir yerden meseleye giriyor :D

      Orhun izledi mi acaba, bir bilene sormak lazım :)

      Sil