Aslında yazılası kaydadeğer bir şey olmadı. Fakat arayı pek fazla da açmamalı. Sohbet edelim biraz, farklı farklı konulardan.
Havalar soğudu. Geceleri çok üşüyorum. Kaloriferleri yakmıyorlar. İki gün önce resmen titriyordum artık. Umarım yakında çalıştırırlar. Güniçi neyse de.. akşamları titretiyor.
Geçenlerde bir şevkle yazıp, peşinden sildiğim bir film yazım var. Belki okuyanlarınız da olmuştur. Tek bir yazının içinde bahsetmem daha iyi olacak diye düşündüm. She Dies Tomorrow diye 2020 yapımı bir dram filmi. Afişi ve başlığını görünce korku filmi zannetmeme rağmen karşımda sanat filmi bulunca biraz afalladım ama film o kadar hoşuma gitti ki çok takılmadım. Amy, yarın öleceğini fark eder. Ve en yakın arkadaşına telefon eder. Arkadaşı onu pek umursamaz ve geçiştirir. Ama birkaç saat sonra arkadaşı da kendisinin "yarın öleceğini" anlar. Böylece çevrelerinde bu haberi paylaştıkları kim varsa, onlar da yarın öleceklerini anlayarak bunalıma girer. Kimisi ölümü vakur bir şekilde bekler. Kimisi kendine zarar verir. Kimi sevdiğini inciterek. Hayatta da böyle değil midir? Hepimizin bir şeyleri karşılama şekilleri farklıdır. Faniliğin, bireye hatırlatıldığında kana karışan bir hastalık gibi vücudu sarması ve başka insanlara bulaşması ilginç bir fikir. Ama beğendiğim bir fikir. Çünkü hepimiz gündelik hayatlarımızda ölümlülüğümüzden kaçmaya çabalıyoruz. Hobiler üretiyoruz. Arkadaşlar ediniyoruz. Sonsuza dek yaşayacakmış gibi hissediyoruz bunları yaparken. Böylece mutlak sonumuzla, ölümlülüğümüzle yüzleşmemeyi seçiyoruz. Oysa hepimiz Amy gibi öleceğiz. Yarın. Bu "yarın", takvime göre bugünden sonraki gün de olabilir, bir hafta sonra da. Bir ay sonra da, on yıl sonra da. Bunu bilmiyoruz. Bildiğimiz, yarın öleceğimiz.
Filmin kara mizah tarafını da çok beğendim. Konusuna bakıp bunaltıcı sahneler izleyeceğinizi zannetmeyin. Aralara sıkıştırılmış öyle espriler var ki, bana biraz şunu düşündürttü, acaba bulutların üstünden kendi hayatlarımızı seyretme şansımız olsa biz de eylemlerimizi böyle şapşalca, gülünesi şeyler olarak mı görürdük? Muhtemelen. Öleceğimizi bildiğimiz halde hala saçma şeylerin peşinde kendimizi tüketiyoruz. Kıskançlıklar, hırslar.. Oyunculuklar da üst düzey. Başroldeki nihilist prenses Kate Lyn Sheil'i ilk defa izliyorum ve ismini not ettim. Six Feet Under'dan hatırlayacağınız Chris Messina, ufak rollerde görünseler de sevdiğim oyuncular olduklarından görünmeleri mutlu eden Michelle Rodriguez ve Olivia Taylor Dudley'e de parantez açalım. Ama filmin rol çalanı Amy'nin arkadaşı Jane rolündeki Jane Adams. Müthiş bir performans çıkarmış.
Karakterlerin öleceklerini fark ettikleri o anlarda sahnenin rengarenk ışıklarla aydınlatılıp fonda garip konuşmalara yer verilmesi fikrini de sevdim. Bu tarz epifani anlarının saykodelik bir şekilde yansıtılması yerinde olmuş. Müziklere de bir bakarsak, Amy'nin filmde yüz milyon defa dinlediği ama ölümle özdeşleşen bir klasik, Mozart'ın bestesi Lacrimosa'nun seçilmesi anlamlı. Pizza yeme sahnesinde Angel Olsen'dan Sweet Dreams'in çalması da beni epey heyecanlandırdı. Sözün özü, bu tam bir "ya hep ya hiç" filmi. İzleyenleri bu denli bölmesi anlaşılabilir. Ya çok sevilmiş, ya nefret edilmiş. Ben burada ilk gruptayım. 2020'nin en güzel filmlerinden biriydi diyebilirim. Tek eksiği diyalogların derinliğiydi ama sonuçta bu filmin sadece bir amacı var; yarın öleceğiniz gerçeğini kafanıza kakmak. O yüzden fazla takılmadım. Herkese ve her ana uygun bir film diyemem ama ölümü ve faniliğinizi bazen düşünüyorsanız bence bir bakın derim.
Angel Olsen demişken. Kendisi geçen yılın bu günlerinde All Mirrors albümünü çıkarmış ve 2020'nin en iddialı albümleri arasında göstereceğimi bir yazımda yazmıştım. Albümün dumanı henüz üstündeyken, albümdeki şarkıların farklı düzenlemelerini barındıran yeni bir işle karşımıza çıktı. Whole New Mess adını verdiği bu çalışması, All Mirrors'taki şarkıların daha dokunaklı düzenlemelerinden ibaret. İki albümü de çok beğenmeme rağmen bu albüm bir adım daha önde gibi. Summer Song ve bu şarkıya özellikle kulak kabartın derim. Daha ilk karşılaşmada beni atomlarıma ayırdı. Sonsuza kadar (ahaha) dinleyebilirim kendisini.
2020 bir çok alışkanlığımı değiştirdi. Bundan pek mutlu değilim. Mesela şu mide yıkanmasından sonra iştahım gitti ve aylardır doğru düzgün sofra kurmuyorum. Kurulu olanda da kuşlar gibi iki lokma alıp kalkıyorum. Fazla yiyemiyorum. Ve bu bilinçli yapılan bir şey değil. Arkadaşlarım kilo almaktan korktuğumu sanıyor. Hayır, sadece yiyemiyorum. Umarım iştahım açılır. Bir umarım da inanca gelsin. İnandığım bir şey kalmadı diyebilirim. Yıl ilerledikçe içi boşaltılmış ve geriye sadece bir kabuk kalmış gibi hissediyorum. Beklentilerim ve inandıklarım kalmadı. Onları da dört gözle bekliyorum.
Bir aydır elime kitap dokunduramıyorum. Tutmaya çalışıyorum, bir sayfa, iki sayfa okuyup kaldırıyorum. Odaklanma sorununu birçoğumuz yaşıyor son aylarda. Ben de bundan muzdaribim. Müzik dinlemekte bile zorlandığım oluyor (inanılır gibi değil). Sadece filmlere odaklanabiliyorum. Cadılar Bayramı goygoyuna bu ay biraz film izleme şansım oldu. Özellikle ama korku filmlerini. Kısmen mutluyum. Geceleri duvarlara bakmaktan iyiydi.
Gelelim esas meseleye. Youtube yayını yapan arkadaşlarımla konuştum. Youtube'tan yayın yapma fikrini kaldırdık. Çok ilgi çekici bir şey yapamayacaktım. Getirisini götürüsünü konuştuk. Bir de takipçileri oradan buraya getirmek neredeyse imkansız. Olsa bile kitleler farklı. Zaten albüm reaksiyon videolarına karşı olduğumu da biliyorsunuz. Eledik. Instagram'a üye oldum geçen akşam. 20 dakika geçti geçmedi kapattım. Oradan da bir hayır yok gibi. Bir de karışık buldum. Twitter'ı zaten geçiyorum. Geriye burası kalıyor. Yani yeni bir şey yapamadım. Podcast işi hala kafamda. Belki başka bir platforma yükler, paylaşırım. Olabilir. Düşünmeye devam. 2020 heba oldu gibi ama 2021'de daha sık ve dolu müzik yazıları hazırlama planım var. Umarım sözümde durabilirim. O güne kadar böyle ortaya karışık gideceğiz. Zaten kaldı iki ay. Cingıl bels.
Yine ben The Who'nun sıcak kollarında buldum kendimi. Güvenli limanımdı lise yıllarımda; seneler geçse de hala öyleymiş benim için onu anladım. Aşti'de yağmur altındaki o günü unutmadım. Hep benimle olmayı sürdürecek bu grup. İster dinlensin ister dinlenmesin. Ben deli gibi hayranlarıyım.
Sevgiler, selamlar. Kendinize iyi bakın, üşütmeyin. Ben biraz nanay sanki.
Üç aşağı beş yukarı hepimiz aynı duygulardayız Zihin Kardeş, corona ruh emici gibi paçavraya çevirdi çoğumuzu. Beklemekten, dikkat etmekten ve değişen ruh hallerimize 'sakin ol!' demekten başka yapacak bir şey yok...
YanıtlaSilBlogları dolanırken farkına vardım. Süreç uzadıkça herkesin tadı tuzu kaçtı. Dün doktor bir arkadaşım, kıymetli büyüğüm paylaştı... 2021 yazında bu illetin bitmese dahi minimize edilip eski hayatlarımıza çok daha yakın bir vaziyette dönebileceğimizi umduğunu belirtti. Yarısı bitti, azı kaldı dişini sık Zihin kardeşim diyerek. İnşallah.
SilYazının ilk kısmına istinaden Sezgin Kaymaz'dan Kaptanın Teknesi'ni okuyup okumadığını soracağım:) Okumadıysan spoiler vermeyeyim ama çok ilginç. Yazının ilk kısmı aklıma o kitabı getirdi. Okuyacak olursan iki üniversiteli genç kızın tuhaf konuşma biçimine takılmadan devam et derim. O anlamda ilk başta "Nasıl kitap bu ya?" demiştim fakat ilerledikçe ilginç geldi:) Okursan da haber et:)
YanıtlaSilBir de bence podcast yaparsan hoş olur, dinleriz:)
Yine vurulduk okla :) Dostlardan gelen kitap önerilerini çok seviyorum çünkü genelde hiç duymadığım ama ilginç olan kitaplar seçiliyor. Üzülüyorum bir yandan da, çünkü hepsini hemen okuyamıyorum ve zamanında tepki vermeyince karşı tarafın gücenmesinden çekiniyorum. Sezgin Bey'i Ferminaanım'dan biliyorum ve hep aklımda olan bir yazar. Ama 2020'nin gazabı mıdır nedir bilmiyorum, 50 kitabı bile zor okudum bugüne kadar. Yıl bitmeden okuyamayabilirim fakat ömrüm yeterse 2021'de alıp okuyacağımdan emin olabilirsiniz :))
SilBobinkafa'nın arşiv videolarının bir benzeri de yapılabilir. İlginç koleksiyonluk albümlerin, setlerin içlerini kurcalar ve artık değer görmedikleri için dert yandığım kartonetlerini okuruz. Olabilir mi, olabilir :) Artık kimse fiziksel albüm kopyaları satın almıyor. Gençler için epey ilginç bir deneyim :) Zihin Dede'nin evladiyelik albümleri.
Ölümü ve faniliği sürekli düşünüyorum :) Film çok ilgimi çekti. Cadılar bayramı goygoyuna ben de kapıldım, neredeyse her akşam bir korku filmi ya da 2 bölüm gerilimli diziyle geçirdik koca ayı. Üstüne de yatağa girip Stephen King okuyorum. (Outsider'ın kitabı, dizisinden daha iyiymiş hakikaten.)
YanıtlaSilAlbüm/şarkı reaksiyon videolarına hiç anlam veremiyorum ben. Hele bir de şu "2 ergen hayatlarında ilk defa Bohemian Rhapsody dinliyor!" videoları. O ergenlerin ne düşündüğünün ne önemi var, yemin ederim anlamıyorum.
Yalnız Roger Bey'in o püsküllü ceketi. Sanat eseriymiş resmen. Bulsam sanat eseri meseri dinlemez, geri dönüşüm kumbarasına şişe atmaya giderken bile giyerdim. (Başka bir yere gitmiyor.)
Outsider!! 2021'de ilk King kitabım olacak :) Şimdilik sırasını bekliyor yedek kulübesinde. Ne yağmur var ne düzgün bir soğuk ama Carrie okuyorum bu hafta :D DePalma filmi ne güzeldi... remake'i de ne büyük faciaydı :o Sinema salonunda "yeteeeeğğğr" diye bağıracaktım. Canına okumuşlardı.
SilHay yaşa. Kamera karşısına geçen herkes müzik gurusu oluyor. Elbette herkesin müzik eğitimi alması gerekmiyor video yapmak için ama biraz da bir şeyler bilin be kardeşim. Öyle kanallar var ki. Hep aynı lafları döndürüp duruyorlar. Amerikalı kanallar zaten hep "oh yeah.. cool" diyip duruyor. Beğenmiyorsa da "not cool" ahahaha :D 1984'teki lisan gibi. Bir de şu var, kendimi düşünüyorum da bir albümü ilk defa dinlerken genelde bir tepki vermem. Hani çok çok istisnadır heyecanlanıp yerimde duramamam. İlk dinleyişler genelde tanışma faslı oluyor ve en fazla kafa sallayıp ritme uyarım. Sözlere bakarım. Ayaküstü ne diyebilirisin ki? Kaldı ki Bohemian Rhapsody veya o kalibrede kült ötesi şarkıları zaten o yaşa kadar dinlemediysen geçmiş olsun ergen kardeşim :D
Roger'ı çok kıskanıyorum ya :D Adam her yaşta karizmatik. Woodstock'ta da bu kostümün benzerini veya aynısını giymişti. Allah'ım ekrana baka baka bir hal olmuştum. Bizim geri dönüşüm kutuları yok oldu :(((
Geçmiş olsun zihin amca.. Epeydir uğramıyodum sanaaa, he heh! Vah vah, yazık, üzüldüm doğrusu kitap eline alamamana.. =Dddd İnan hayatta herkesin başına gelmez bu, eheheh =Ddd
YanıtlaSilHey! bak ne dicem, şimdi benim uzun zamandır ertelediğim bi kitap vardı ‘martin eden’.. Onu diyiverecektim sanaa, okumadıysanız tabii. Çok ayıldım bayıldım ben ya, ağlar mıyım ki finalde çünkü daha sürünüyo elimde.. :)
Martin Eden en sevdiğim kitaplardan biridir; özellikle de bireycilik eleştirisini çok sevmiştim.
Sil