Bu sene hiç olmayacak konserler oluyor. Terry Riley'den sonra bir diğer sürpriz konser haberi eski toprak blues vokallerinden Eric Burdon ve grubu the Animals'dan geldi. Her ne kadar ismi the Animals diye geçse de orinal kadrodan kimse yok. Eric Burdon hariç. O da zaten tek başına tüm grubu yüklendi gece boyunca. 78 yaşında birisi için sesinin hala 60'lı yıllardaki gibi tınlaması takdir edilesi.
Sahneye Burdon'sız çıkan grup enstrumental bir blues şarkısı çalarak alanı ısıttı. Daha sonrasında Eric Burdon meşhur güneş gözlüklerini takarak önündeki göbeği ve saçlarına düşmüş aklarla bizleri selamladı. Yarım asır önce "İngiliz İstilası" denen müzikal akımın öncülerinden olduğu düşünülürse karşımızdaki bu "yaşlı adamın" şakasının olmayacağı belliydi. Bugüne bugün tüm zamanların en başarılı blues vokallerinden biri. "Nihayet buradayız, uçağı kaçırdık, yanlış bagajlandı, uykumuzu da alamadık ama işte geldik" diyerek ne zor şartlar altında bizlerle buluştuğunu söyledi.
Randy Newman'dan Mama Told Me Not to Come söylerek başladı. Eric is Here albümünde bulunan bu şarkı the Animals'ın bir vakit en meşhur şarkılarındandı. Sonra takvimler 1968 yılını gösterdi ve White Houses dedik. Tam bir altmışlar şarkısı olan bu şarkı orjinalinde psychedelic rocka yakın dursa da konserde klasik blues formunda çalındı.
"Aşıklar kutuların içinde aşk yapıyor
Yarın ne getirir?
Bunun yanlış olduğu söylendi onlara.
Ama onlar umursamadılar bile."
Eric Burdon hiçbir zaman hippi sahnesinde önplanda olmadı ama büyük etkisi her daim kitlelerce hissedildi. Jimi Hendrix, Janis Joplin, John Lennon yakın arkadaşlarıydı. Öyle ki Hendrix ölmeden önceki gece Burdon'la beraber çalmış. Zamanında sahnede ceketi kravatıyla "efendi adam" imajı ile boy gösterse de yıllar içinde üstünde barış sembolü olan tshirtlerle, zafer işareti yaparak sahneye çıkmasıyla sonradan hippiliğini dışa vurdu.
Ben gençken yazdım bu şarkıyı der demez When I Was Young dedim ve yanılmadım. Animals'ın yine bence en iyi şarkılarındandır. Stüdyo kaydını özellikle dinleyin. The Rolling Stones'un Paint It Black'i gibi saykodelik ve sert bir şarkıdır.
Vaktiyle İngiltere ve Paris'te "takılırken" bir çok Tanrı'yla tanıştığını söyledi. Lafı Memphis Slim'e getirdi ve onu izlemenin ayrıcalığından bahsetti. Sonra da Slim'den Mother Earth dedik. Şarkı öncesi sözlerinden dersler çıkarılabileceğini de eklemeyi ihmal etmedi (son dizeye ek olarak da "sonsuza kadar sürmeyecek iki şey var bu dünyada, yalancı kadın, sadakatsiz erkek" dedi). Bakalım neymiş dersimiz...
"Doğa Ana senin için bekliyor, evet, bekliyor. O kocaman ve yusyuvarlak.
Ve yerin altına gittikçe soğuyor.
Her daim mutlu olmayabilirsin. Her daim öyle olmayabilirsin.
Doğa Ana senin için bekleyecek. Ödemen gereken borç için.
Ne kadar büyük olursan ol, ilgilenmeyecek. Kim olduğunla da ben ilgilenmiyorum.
Her şey sona erdiğinde Doğa Ana'ya geri döneceksin.
Hayatta görüp geçirebilirsin, sadece yabancı kızlarla aşk yapabilirsin.
Jetin de olabilir bebek ve dünyanın her köşesini gezebilirsin.
Ne kadar büyük olursan ol, ilgilenmeyecek. Kim olduğunla da ben ilgilenmiyorum.
Her şey sona erdiğinde Doğa Ana'ya geri döneceksin.
Eric Burdon'ın War grubuyla çıkardığı tekliler arasında en meşhuru muhtemelen Spill the Wine'dı. Bu gecede onu dinlemek güzel bir keyif oldu. Ruhsuz seyirci de bir nebze olsun bu şarkıda toparlandı. Eric Burdon ne kadar alkış tutmamızı istese de son şarkılara kadar seyirci tutuk kalmayı yeğledi. Gecenin zirvesi ise bence geleneksel blues şarkılarından In the Pines (Where Did You Sleep Last Night)'tı. Çalgıların daha geride kaldığı ve vokalin tek başına öne çıktığı şarkı deyim yerindeyse şuramıza işledi. 1930'larda yazılmış bir şarkının tam 80 küsür sene sonra başka bir coğrafyada insanları hala etkilemesi müthiş bir şeydir.
"Kızım benim. Kızım benim. Yalan söyleme. Bana söylesene, dün gece nerede uyudun?
Palmiyelerin içinde, palmiyelerin içinde. Güneşin hiç ışıldamadığı yerde."
Seyircinin tam anlamıyla fabrika ayarlarına dönmesi bir Animals klasiği It's My Life'la oldu. İç gıcıklayan basslarıyla yıllara meydan okuyan bir rock klasiği. 60'lar İngiliz rock'ı denince akla ilk gelen şarkılardandır. Ve tabii akıllara mıhlanan o nakaratı.
"Bebeğim, beğeim ama hatırlamalısın. Hatırla. Bu benim hayatım ve ne istersem onu yaparım.
Benim zihnim ve neyi istersem onu düşünürüm. Göster haksız olduğumu, bazen canımı yak."
Don't Let Me Be Misunderstood desem? Hep bir ağızdan okuduk.
Kapanışa doğru bir Animals klasiği daha ekledik araya, Don't Bring Me Down. Hazır ortam sıcakken Sam Cooke'tan Bring It On Home to Me dediler ve seyirci dünden bekliyormuş gibi eşlik etti. Son şarkımız ise eskimeyecek ve dahası her geçen gün değerlenecek bir klasikti: The House of the Rising Sun.
Bu şarkıya parantez açayım. Müziğe olan ilgim çocukken babamın bana Joan Baez'den The House of the Rising Sun dinletmesiyle başlamıştı. Kişisel tarihimde her şeyin başlangıcı o şarkıdır yani. Benim miladım. Gerçek müziğin insan üstündeki etkilerinin olabileceğini böyle fark etmiştim. Yıllar geçti ve Joan Baez'den bu şarkıyı canlı kanlı dinledim. Şükür ki bugün de Burdon'dan, ilk ağızdan dinledim. Müziği seviyorsam bunu bu şarkıya borçluyum. Ödenmiş oldu artık borcumuz, tamamdır. Rock müzik nedir diyen olursa bana iki şarkı öneririm. İlki Animals yorumuyla bu şarkı ve diğeri de Led Zeppelin Rock and Roll. Her daim en sevdiğim şarkı olarak kalacak.
"Ah anneciğim, söyle çocuklarına, benim yaptıklarımı yapmasınlar.
Yaşamlarını Yükselen Güneş'in Evi'nde günah ve sefalet içinde geçirmesinler."
Elli senedir bu anı bekleyen İstanbul seyircisi hakkını verdi neyse ki.
Yoğun tezahüratlara dayanamayan tonton Eric ve genç arkadaşları beklediğim şarkıyı çaldılar. Vietnam Savaşı dönemi hippilerin ağzından düşmeyen savaş karşıtı We've Gotta Get Out of This Place marşını. Öyle ki vaktiyle Amerikan Ordusu'nda istek alan şarkılarda bir numaraymış. Çok güzel icra edildiğini düşünüyorum. Sahnedekiler de şarkı bitiminde zafer işaretleri yapıyordu.
"Buradan çıkıp gitmemiz lazım, eğer yapacağımız son şey de olsa,
Buradan çıkıp gitmemiz lazım, çünkü kızım, daha iyi bir hayat var, benim ve senin için."
Ve şovu çalan şarkı Hold On, I'm Comin' oldu. Monterey okur mu acaba derken damdan iner gibi apar topar başladı ve mekanda oturan insan bırakmadı. Herkes ayağa fırladı. Dans edenler oldu. Sahne önüne koşan genci yaşlısı Burdon'la tokalaştı. Bu şarkıyı duyup da dansa kalkmayacak insan evladının ölmüş olması gerek zaten. Hatta ölü olmak da mazeret olamaz; ölüyü bile diriltecek güçte. Bir an gerçekten "sıkı tutunun, geliyorum" diyerek sahneden atlayacağını düşündüm. Öyle bir enerji. Kişisel müzik tarihimde beynime en unutulmaz anlardan biri olarak kaydoldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder