Şimdi yaklaşık bir on senedir böbürdenip duruyoruz, "efendim Türk sineması aldı başını gitti artık". Şu kadar gişemiz var, bu kadar festival ödülü alan filmlerimiz. Doğrudur, Avrupa'da özellikle çok başarılı filmlerimiz var girdikleri festivallerde ödülleri toplayan. Fakat genel bir bakışla ne görüyorsunuz Türk sinemasında ? Gördüklerimi sıralayayım:
- Yaza doğru çekimleri başlayan birbirinin tıpatıp aynısı olan aşk filmleri (çoğunlukla da başrollerinde dönemin meşhur şarkıcıları veya ekran yüzleri bulunur).
Bu tarz filmleri seyretmiyorum zira bana hiçbir şey katmıyor. Romantik filmlere karşı değilim. Eğer işçiliği değerliyse zaten o film seyredilir. Çok görüyoruz Batı'da öylelerini. Senaryosu veya kadrosu yeni bir şey vadetmese de öyle bir şekilde işleniyor ki kendini izletiyor. Zaten bu tarz filmleri izlerken de hayatın anlamını aramazsınız. Tek dileğiniz şuranızın kıpırdaması. Bizim filmlerimizi izlerken bir ceset edasıyla seyrediyorum. Ne kalbim atıyor ne kanım kaynıyor. Mortu çekiyorum.
Bu alanda gerçekten kendimizi ilerlettik. İtirazım yok. Fakat şöyle bir tehlike görüyorum sanki, bir yerden sonra herkes Nuri Bilge olmaya çalışıyor, herkes sessizliği bir araç olarak kullanıyor (ki kendisi bile artık diyalog yazar oldu). Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Ben türün giderek kendini nefessiz bıraktığını düşünüyorum. Alanlarını daralttı. Durdurulamaz bir Rus sineması öykünmesi, Avrupa'da bile geçerliliğini yitiren bir takım arthouse anlayışlarını zoraki kullanılması , vs. Sanat filmi demek sadece sessizce durup yakın plan çekim yapmak olmasa gerek. Üzülerek söylemem lazım, bu ülke hala Antonioni'sini çıkaramadı. Herkes Tarkovsky veya Bergman olmak istiyor. Fellini filmlerine imrenen yok. Kaldı ki bu alanda en yüksek mertebeye ulaşsak dahi sinema sadece böyle filmler demek değil.
- İnli cinli, höbelekli gulyabanili teolojik temelli korku filmleri.
Müsadenizle korku sineması hakkında konuşacak bir hakkım olduğunu düşünüyorum. Zira beşikten mezara bir korku sevdalısıyım. Bilen bilir. Yüzlerce korku filmi izledim. Korku romanları okudum, okuyorum. Bizdeki cin temalı yeni anlayışı aslında başlarda yadırgamıyordum. Çünkü Uzakdoğu toplumları da dini temalı korku filmleri çeker genelde. Biz de fikri bakımdan Doğu'ya yakın olduğumuz için bu durumu anlayabiliyorum. Fakat bir tür neredeyse buraya hapsoldu. Kimse başka alt türlerde eserler vermiyor. Satıyor diye herkes varını yoğunu ine cine gömdü. Kış kış cinler kış kış yallah cinler yallah.
* * *
Şimdi dördüncü bir tür aklınıza geliyor mu acaba? Ben bilmiyorum. Aksiyon filmi çekilmiyor, bilimkurgu çekilmiyor, biyografi çekilmiyor (tek tük örnekleri hariç), macera çekilmiyor, suç türünde filmler çekilmiyor. Sonra da herkes seviniyor sinemamız ilerliyor hobaley ley. Biz sadece uzağa bakmalı ve üç harfligiller sinemasını besledik. Gerisi Allahlık. Komedi filmlerimizin de bir çoğu hakaret veya lise çağında bıraktığımız espri anlayışlarından ibaret.
Ooo! Gerçekten geniş bir konu. Ya gişeye oynayıp özensiz filmler yapıyoruz ya da festival filmi işini abartıyoruz. O konuda haklısın. Tolga Karaçelik filmlerine ne diyorsun? Yer yer sessiz, yer yer esprili sahneler:) Sundance ödülü aldı en son biliyorsun.
YanıtlaSilYurtdışı bağlantılı yönetmenler iyi şeyler yapıyorlar ama ülke içinden çıkamayanlar pek özensiz. Seyirciyi hafife almayı kabul edemiyorum. Sinema salonlarından bile durumu anlayabilirsin. Gelir düzeyi yüksek semtlerde festival filmleri, ödüllü filmler vs. gösterilir. Sosyo-ekonomik durumu düşük semtlerde Recep İvedik tarzı filmler haftalarca oynar ve asla tersi filmler gelmez bu salonlara. "Ne yapalım bunu seviyorlar" düşüncesi doğru değil. Sen ver önce. İllaki alan çıkacaktır. Konu geniş, geniş:)
Birazdan Şampiyon'u izlemeye çıkacağım bu arada. Durdum durdum yine dayanamadım. Biyografi sevdiğim için ve atlara hayran olduğum için kıyamadım yine. Umarım iyidir:)
Hiç seyretmedim desem bahsettiğiniz kişinin filmlerini? Fakat şimdi not düşüyorum :)
SilFransa ve İtalya destekli yönetmenlerimizi sevmekle beraber yukarıda belirttiğim gibi biraz da kendilerini hapsediyorlar gibi düşünüyorum.
Bir de uyumluluk problemi yaşayan sanatçılar var. Mesela şu Mustang. Herkes ölüp bitti. Hiç sevmedim. Hiç. Dikkat çektiği konudan bağımsız olarak eleştiriyorum. Gerçekçiliği zayıftı. Karadeniz'de yetişen genç kızların komşularına hitap şekli, dolaptan La Liberté guidant le peuple resminin çıkması (benim kadar Fransız hayranı birinin evinde bile yok :D), mesajların kör gözün parmağı şeklinde yansıtılması hoşuma gitmemişti. Bazen yani "akut fular sendromu" yaşayıp çektikleri filmin dokusunu bozabiliyorlar :)
Katılıyorum gösterim dağılımı tespitinize. Oysa sanat herkes içindir. Sen insanlara şiir ulaştırmazsan konser ulaştırmazsan yetişen fidanların ileride sanat ile bağlarından hayır bekleyemezsin. Tabii ki soğuk bulur. Ben çok antin kuntin şekilde yetiştim. Yedi sekiz yaşımda oturur klasik müzik dinlerdim. Hem de ailemin zoruyla falan değil. Sadece bana tanımışlardı ben de sevmiştim. Götürmezsen insanların da ilgisini çekmez.
At yarışlarını sevmediğim için seyretmeyi düşünmüyorum :/ Hayvan sömürüsü bence maalesef.
Sadece ödüle oynayanlar mesajları göze sokuyorlar hakikaten. Birkaç konu etrafında dönüyorlar. Tolga Karaçelik farklı, özgün.
SilAt yarışı konusunda hak veriyorum ve bugün filmde de düşündüm bunu ama bir yandan da doğalarında koşmak olduğu için onlar çok aykırı bir durum gibi gelmiyor sanki. İyi bakılırlarsa tabii. Film güzeldi ama bu arada:) Sevdim.
Moral bozucu bir yazı :/
Silhttps://www.peta.org/issues/animals-in-entertainment/horse-racing/
Çook derin bir konu ama sinema seven herkesin az ya da çok söyleyeceği bir şeyler vardır diye tahmin ediyorum bu konuda.
YanıtlaSilTürk sinemasının giderek uluslararası arenada daha fazla görünür olduğu bir gerçek. Ama daha iyi filmler yapılıyor mu? Bence hayır. Bunun için yakın geçmişe bir göz atmak yeterli. Sosyal içerikli ya da özgün onlarca film keşfedilmeyi bekliyor.
Bana göre en büyük sorunumuz hikaye bulamamak. Bu nedenle ya hep kendini tekrar eden ya da gişe garantili sabun köpüğü işler yapılıyor. İstisnalar tabii ki var, dünya çapında nice oyuncularımız, yönetmenlerimiz var. Ama gerçekçi gözlüklerimizi de yanımızdan ayırmamamız gerek diye düşünüyorum.
Biraz daha yazarsam kompozisyona dönüşecek o yüzden kaçayım ben yavaştan!
Aslında gişe kaygısı hem sıradan diye nitelenenlerde hem de festivallerde yarışanlarda var. O nedenle de sevinemiyorum. Genelde insanlar ödüllere bakıp "oo sanat filmlerimizi dünya çapında" diyor fakat ödülleri kazanmak biraz da matematik işi. Elbette yeteneği yok sayamam. Ama üç aşağı beş yukarı durum böyle. İnfiale yol açacak belki dediklerim lakin çok bir farkları olduğunu düşünmüyorum ucuz komedi filmleriyle sanat filmlerinin. Aralardaki iyi örneklerini saymıyorum elbette ki. Bizlerin karşısına farklı hikayelerle veya en azından Gaspar Noe tarzında şoke edecek işlerle çıkmadıkları sürece beni çok da ilgilendirmiyor ödüller :) "İki uzağa bakayım bilmemne festivalinden birkaç ödül kaldırayım" = "genç jönlerin olduğu yazlık filmler çekelim gişeyi yıkalım".
SilGeniş ve derin konu. Açıkçası tespitleriniz gerçeklik içeren tespitler. Bunun üzerine yazacak kadar sinema konusunda donanımlı değilim. İZleyici olarak, ben de birbirinin tekrarı olan aşk fimlerinden hoşlanmıyorum, ya da güldürünün küfür etmek olarak algılanmasından mutlu değilim. Sanat filmi yapacağım diye yapılan kopya yapımları da sevmiyorum. Arada iyi filmler olmuyor mu, iyilik aslında burada bana hitap eden film anlamında kullandığım bir cümle oldu. Yoksa sinema eleştirmeni nasıl bulmuştur, tekniği nedir, sanatsal değerlendirmesi nasıldır, ben son izleyiciyim, beni ilgilendirmiyor. Aile Arasında isimli filmde küfürsüz gülebildiğimi gördüm, Müslüm filminde arabesk sevmeden ağlayabildiğimi. Yine de güzel eserler veriliyor demek istiyorum, istiyorum ki seyirciye hitap eden eserler artsın, sadece anı yaşatmasın, çıktığında seyirci bir şeyler alabilsin kendine dair.
YanıtlaSilGüzel bir film bence de çıktıktan sonra işe koyulmalı. Düşündürmeli seyircisini. Müslüm ve Aile Arasında'yı seyretmedim. Fakat arada güzel eserler çıkmıyor değl :)
Sil