Bileti aylar önce aldığımda gecede sadece Neil Young ve emektar grubu Crazy Horse'un sahne alacağı yazılıydı. Daha sonra Young'a iki ön grup eklendi ve mini bir festivale dönüştü gece. İlk ön grup Büyük Ev Ablukada'ydı. Açıkçası daha önce şarkılarını dinlemeye çalıştığımda grubun yaptığı müziğe pek anlam verememiştim. Grunge desen grunge değil, punk desen hiç değil. Alternatif rock desek uygun düşer sanırım. Her canlı performanslarının olay olduğu söylenen grup fazla ilgimi çekmese de kendileri sahnede oldukça eğlendi. Solistin beklenmedik dans figürleri ve hınzır şarkı sözleri ile (Dinozorlar özellikle) keyfekeder bir grup.
Gecenin ikinci grubu ise Texas çıkışlı, ülkemizde de ciddi bir hayran kitlesi bulunan bir indie/folk grubu, Midlake'ti. Yeni albümleri Antiphon'un tanıtım turnesinin son ayağı olduğunu ve kapanışı İstanbul'da, Neil Young & Crazy Horse konseri öncesi yapacaklarından dolayı gurur duyduklarını söyleyen grup, eski ve yeni şarkılarından oluşan güzel bir repertuarla karşımızdaydı. Head Home'lu enfes final öncesi bir de Bob Dylan coverı -I Shall Be Released- yaptılar ayaküstü. Çok da güzel oldu bu süpriz. Ayrıca bir önceki albümlerinden We Gathered In Springs'i de unutmamaları iyi oldu. Kendimizden geçtik. Bugünden sonra grubun yakın takipçisi olacağım. Yeni albümleri Antiphon'a kulak kabartmakta fayda var.
Midlake'in sahne ekipmanları kaldırıldıktan sonra Neil Young & Crazy Horse'un ekipmanları teker teker sahnedeki yerini aldı. Piyano, arkasında korsan bayrağı asılı bateri seti, amfiler ve tabii sahnenin bir ucuna yerleştirilen Kızılderili heykeli. Kocaman bir Crazy Horse bayrağının sahne arkasından sallandırılmasından sonra konser nihayet başladı.
Yağmurun çiselemesi ve sahne arkasında düşen yıldırımlar eşliğinde muhteşem bir atmosfer içerisinde Love and Only Love'ın ilk notalarını duyduk. Gerçekten unutulmaz bir açılış oldu. Tam on beş dakika süren şarkı deyim yerindeyse jam sessiondan halliceydi. Young ve Frank Sampedro'nun karşılıklı gitar paslaşmaları, doğaçlama ve akıllara zarar gitar soloları ve Young'ın aralarda "break it down" dizelerini kendinden geçmişcesine sayıklaması ile seyircileri büyülü bir yolculuğa çıkardılar. Hep bir ağızdan söyledik dizeleri; "Love and only love will endure. Hate is everything you think it is. Love and only love will break it down.."
İki Afro-Amerikan kadın vokalistin kadife vokalleriyle desteklenmiş Goin' Home'da ise yağmur hızını arttırdı ve gökyüzünde yıldırımlar birbirini kovaladı adeta. Bir ara kadın vokalistler bile göğe bakıp kendi aralarında gülüştüler. Young ve grubu yine on dakika boyunca dünyayla bağlarını koparıp kendi içlerinde bir yolculuğa çıktılar.
Üçüncü şarkıya gelindiğinde ise konser başlayalı çoktan yarım saat olmuştu. Uzun şarkı sürelerine ve ardı arkası kesilmeyen gitar sololarına dayanamayıp, bunlara bir de bastıran yağmur eklenince konser alanını tek tük terkedenler oldu. Young külliyatının önemli albümleri arasında gösterilen, benim de en sevdiğim 2-3 Young albümünden biri olan ve grunge akımına ilham veren Ragged Glory'den Days that Used to Be üçüncü şarkı olarak seçilmişti. İyi bir ara geçiş şarkısı oldu. Hemen ertesindeyse akustik dinlemeye alıştığımız bir Young klasiği, After the Gold Rush, elektro gitar eşliğinde icra edildi. Beklenmedik ama güzel bir yorum oldu. Böyle süprizleri seviyorum.
Gecenin üçüncü Ragged Glory şarkısı ise Love to Burn oldu. Görece yavaş bir tonda başlayan şarkı gitgide vites büyüttü ve psychedelic bir dünyanın kapılarını ardına kadar açtı. Young kimi zaman fısıldar gibi okudu sözleri kimi zamansa bağıra çağıra. Şarkı boyunca attığı sololar gecenin unutulmaz anlarından biriydi şüphesiz. Ertesinde Seperate Ways ile yürekleri dağladıktan sonra konserin akustik bölümüne geçildi.
Önceki şarkılara nazaran Only Love Can Break Your Heart daha büyük ilgi topladı. Bunda kuşkusuz şarkının iyi kötü herkes tarafından bilinmesi etkili olmuştur. Crazy Horse'un şarkı sonunda sahne arkasına geçmesi ile Young mızıkasını taktı ve akustik gitarını eline alarak Bob Dylan'ın unutulmaz şarkısı, Blowin' In the Wind'i yorumladı ki şarkı dakikalarca alkışlandı ve büyük bir kesim tarafından şarkıya eşlik edildi. Ne üzücü ki bundan önceki Young parçaları, Dylan coverı kadar seyirci tarafından ilgi görmedi. Ne hoş bir tesadüftür ki bir ay kadar önce de bu parçayı Dylan'ın kendisinden dünya gözüyle izlemiştik.
Gecenin en unutulmaz anlarından biri ise bir Young klasiği olan Heart of Gold'un akustik olarak dört dörtlük icra edilmesiydi. Bir anda sağdan soldan afişler açtı insanlar. Yanlış anımsamıyorsam bir tanesi şöyleydi; "heart of gold is never getting old". Şarkıya yediden yetmişe herkes eşlik etti. Binlerce insan Hollywood'ta, Redwood'ta, okyanus ötesinde altından bir kalbi aradı durdu dakikalar boyunca.
Heart of Gold üzerine daha ne söylenebilir ki diye düşünürken Powderfinger başladı. Seyircinin pek ilgisini çekmedi ama benim için çok özel bir şarkıdır Powderfinger. Bu seneki turnesinde sadece bir defa okuduğu için umudum yoktu ama ilk dizeleri (Look out, Mama, there's a white boat comin' up the river) duyar duymaz ufak çaplı bir duygu seli yaşadım. Çok anlamlı oldu benim için.
Gecenin en beklenmedik şarkısı ise Down by the River oldu. İlginçtir, Only Love Can Break Your Heart'a, Powderfinger'a eşlik etmeyen seyirci on beş dakikayı aşan süresine rağmen bu şarkıya babalar gibi eşlik etti. Çok da güzel oldu. Grubun da yüzü güldü, bizlerin de.
Gecenin ikinci grubu ise Texas çıkışlı, ülkemizde de ciddi bir hayran kitlesi bulunan bir indie/folk grubu, Midlake'ti. Yeni albümleri Antiphon'un tanıtım turnesinin son ayağı olduğunu ve kapanışı İstanbul'da, Neil Young & Crazy Horse konseri öncesi yapacaklarından dolayı gurur duyduklarını söyleyen grup, eski ve yeni şarkılarından oluşan güzel bir repertuarla karşımızdaydı. Head Home'lu enfes final öncesi bir de Bob Dylan coverı -I Shall Be Released- yaptılar ayaküstü. Çok da güzel oldu bu süpriz. Ayrıca bir önceki albümlerinden We Gathered In Springs'i de unutmamaları iyi oldu. Kendimizden geçtik. Bugünden sonra grubun yakın takipçisi olacağım. Yeni albümleri Antiphon'a kulak kabartmakta fayda var.
Midlake'in sahne ekipmanları kaldırıldıktan sonra Neil Young & Crazy Horse'un ekipmanları teker teker sahnedeki yerini aldı. Piyano, arkasında korsan bayrağı asılı bateri seti, amfiler ve tabii sahnenin bir ucuna yerleştirilen Kızılderili heykeli. Kocaman bir Crazy Horse bayrağının sahne arkasından sallandırılmasından sonra konser nihayet başladı.
-Sahne kurulumu devam ediyor-
Yağmurun çiselemesi ve sahne arkasında düşen yıldırımlar eşliğinde muhteşem bir atmosfer içerisinde Love and Only Love'ın ilk notalarını duyduk. Gerçekten unutulmaz bir açılış oldu. Tam on beş dakika süren şarkı deyim yerindeyse jam sessiondan halliceydi. Young ve Frank Sampedro'nun karşılıklı gitar paslaşmaları, doğaçlama ve akıllara zarar gitar soloları ve Young'ın aralarda "break it down" dizelerini kendinden geçmişcesine sayıklaması ile seyircileri büyülü bir yolculuğa çıkardılar. Hep bir ağızdan söyledik dizeleri; "Love and only love will endure. Hate is everything you think it is. Love and only love will break it down.."
İki Afro-Amerikan kadın vokalistin kadife vokalleriyle desteklenmiş Goin' Home'da ise yağmur hızını arttırdı ve gökyüzünde yıldırımlar birbirini kovaladı adeta. Bir ara kadın vokalistler bile göğe bakıp kendi aralarında gülüştüler. Young ve grubu yine on dakika boyunca dünyayla bağlarını koparıp kendi içlerinde bir yolculuğa çıktılar.
Üçüncü şarkıya gelindiğinde ise konser başlayalı çoktan yarım saat olmuştu. Uzun şarkı sürelerine ve ardı arkası kesilmeyen gitar sololarına dayanamayıp, bunlara bir de bastıran yağmur eklenince konser alanını tek tük terkedenler oldu. Young külliyatının önemli albümleri arasında gösterilen, benim de en sevdiğim 2-3 Young albümünden biri olan ve grunge akımına ilham veren Ragged Glory'den Days that Used to Be üçüncü şarkı olarak seçilmişti. İyi bir ara geçiş şarkısı oldu. Hemen ertesindeyse akustik dinlemeye alıştığımız bir Young klasiği, After the Gold Rush, elektro gitar eşliğinde icra edildi. Beklenmedik ama güzel bir yorum oldu. Böyle süprizleri seviyorum.
Gecenin üçüncü Ragged Glory şarkısı ise Love to Burn oldu. Görece yavaş bir tonda başlayan şarkı gitgide vites büyüttü ve psychedelic bir dünyanın kapılarını ardına kadar açtı. Young kimi zaman fısıldar gibi okudu sözleri kimi zamansa bağıra çağıra. Şarkı boyunca attığı sololar gecenin unutulmaz anlarından biriydi şüphesiz. Ertesinde Seperate Ways ile yürekleri dağladıktan sonra konserin akustik bölümüne geçildi.
Önceki şarkılara nazaran Only Love Can Break Your Heart daha büyük ilgi topladı. Bunda kuşkusuz şarkının iyi kötü herkes tarafından bilinmesi etkili olmuştur. Crazy Horse'un şarkı sonunda sahne arkasına geçmesi ile Young mızıkasını taktı ve akustik gitarını eline alarak Bob Dylan'ın unutulmaz şarkısı, Blowin' In the Wind'i yorumladı ki şarkı dakikalarca alkışlandı ve büyük bir kesim tarafından şarkıya eşlik edildi. Ne üzücü ki bundan önceki Young parçaları, Dylan coverı kadar seyirci tarafından ilgi görmedi. Ne hoş bir tesadüftür ki bir ay kadar önce de bu parçayı Dylan'ın kendisinden dünya gözüyle izlemiştik.
Gecenin en unutulmaz anlarından biri ise bir Young klasiği olan Heart of Gold'un akustik olarak dört dörtlük icra edilmesiydi. Bir anda sağdan soldan afişler açtı insanlar. Yanlış anımsamıyorsam bir tanesi şöyleydi; "heart of gold is never getting old". Şarkıya yediden yetmişe herkes eşlik etti. Binlerce insan Hollywood'ta, Redwood'ta, okyanus ötesinde altından bir kalbi aradı durdu dakikalar boyunca.
Heart of Gold üzerine daha ne söylenebilir ki diye düşünürken Powderfinger başladı. Seyircinin pek ilgisini çekmedi ama benim için çok özel bir şarkıdır Powderfinger. Bu seneki turnesinde sadece bir defa okuduğu için umudum yoktu ama ilk dizeleri (Look out, Mama, there's a white boat comin' up the river) duyar duymaz ufak çaplı bir duygu seli yaşadım. Çok anlamlı oldu benim için.
Gecenin en beklenmedik şarkısı ise Down by the River oldu. İlginçtir, Only Love Can Break Your Heart'a, Powderfinger'a eşlik etmeyen seyirci on beş dakikayı aşan süresine rağmen bu şarkıya babalar gibi eşlik etti. Çok da güzel oldu. Grubun da yüzü güldü, bizlerin de.
Seyircinin tam kıvama geldiğini farkeden Young, arayı soğutmadan en meşhur protest şarkısı Rockin' In the Free World dedi ve deyim yerindeyse alandaki herkes koptu. Bir anda insanlar metal konserindeymiş gibi tepinmeye başladı. Üzerlerindeki ölü toprağını attılar. Böylece konserin ana seti tamamlanmış oldu.
Bis için deli gibi Like a Hurricane beklememe rağmen (büyük ihtimalle setlistte vardı, sahnenin üzerinde sadece o şarkıda kulanılan barış güvercini görünümlü klavye asılıydı çünkü) konserin program süresini fazlasıyla aştığından dolayı onun yerine yeni bir şarkı, Who’s Gonna Stand Up and Save the World okundu. Young ve grubu üzerinde "earth" (dünya) yazan tshirtü ile bizleri çevre konusunda bilinçlenmeye ve direnmeye davet etti. Young'ın "Who’s gonna stand up and save the world" (kim direnecek ve dünyayı kurtaracak) dizelerini okurken Sampedro'nun da seyirciyi göstererek "siz!" diye haykırması güzeldi.
Neil Young ve grubu Crazy Horse için kim diyebilir ki yaş yetmiş iş bitmiş diye. İzlediğimiz şey bir konserden ziyade nice genç sanatçının altından kalkamayacağı, iki saati aşkın büyük bir güç gösterisidi adeta. Soluksuz okunan şarkılar, ardı arkası kesilmeyen gitar soloları ve tabii her cümlesine sinmiş barış mesajları. Her şeye rağmen "özgür dünyada salınmamızı" ve haksızlıklara, adaletsizliklere karşı direnmemizi bir defa daha hatırlattı.
Lucinda Williams bir keresinde Young için şunları demişti; "Onun sesi bir şeyleri çağırıyor. Ruhani, içsel ve kendine has". Kim bilir, o gece İstanbul'a yağmurlarla gelen, topraklarında katledilen, dünyada adalet yüzü görmeyen ve Young'ın sesinde beden bulan yerlilerin ruhlarıdır. Sözün özü, yağmur altında Neil Young & Crazy horse fırtınası esti.
* * *
Konser sırasında resim ve kayıt almayı sevmediğim için başkalarının çekip yüklediği iki performansı buraya ekliyorum:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder