Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

12 Mart 2019 Salı

Böylece Hayatlar ve Kitaplar

Hey Allah'ım. Yetmişler Japon disko şarkılarına meylettim nedense. Baya da güzel keşiflerim oldu. Tüm sanat dallarına saygılıyım lakin müziğin gücü benim üzerimde tartışmasız. Yves Jarvis ve Sun Kil Moon'un albümleri çıkmış. Oturup dinleyeyim. Keşke tamamen müzikle hayatımı kazansam. Tüm gücümü ona verebilsem. Aaa bu arada yeni cici plaklar aldım. Lou Reed.

Leaving Neverland diye bir belgesel şu sıralar bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Doksanlardan beri süre gelen Michael Jackson'a dair taciz iddiaları yeniden hortladı. Vaktiyle şarkıcı lehine savunma yapan iki çocuk (bugün koca adam oldular) yıllar sonra "yaşadıklarını" itiraf etti. Belgeseli henüz izlemedim ama benim anlamadığım bazı şeyler var. Madem taciz olayları gerçekti, neden şarkıcı lehine ifade verildi zamanında? Diyelim korktular. Olabilir. Peki neden ölümünün hemen ertesinde itiraf etmediler de on sene geçince bir anda apar topar açıldılar? Anlam veremiyorum. Çünkü taciz iddiaları gerçekse ve bu kişiler senelerce bilinçli biliçsiz sustuysa diğer kurbanlara yaptıkları haksızlık değil mi? Son zamanların ünlü Me Too hareketinin verdiği cesaretle mi bunu yaptılar, yoksa bu hareketi suistimal edip konuşulmak mı istediler bilinmez (maalesef bir takım insanlar bu hareketi suistimal etmeye başladı ve olur olmaz iddialar atarak medyada kendine yer edinir oldular-oysa bu gerçek mağdurlara yapılacak en adice şey). Kimi iddialara göre bu kişiler kariyerleri kötü gittiği için iddiaları tekrardan dillendirdi. Öyle veya böyle, sonuçta bahsi geçen adam öldü, şuan yaşamıyor. Yargılanma olasılığı artık kalmadı. Keşke zamanında seslerini çıkarsalardı. Çünkü iddialar doğruysa, susarak yalnızca kendilerine değil herkese kötülük ettiler.

Havalar erkenden aydınlanır oldu. Çok seviniyorum. Güneşi karşılamadan güne başlamak kötü hissettiriyor. Neden bilmiyorum. Çocukken doğada gezmekten hoşlanmazdım pek fazla. Arılar korkuturdu. Böcekler sokardı. Sonra yaş aldıkça doğa doğa diye dolaşan kuduruk birine evrildim. Güneşe alerjim vardı mesela çocukken, şimdi güneş doğunca seviniyorum. Hoş, hala yüzerken üstüme bir şeyler almak, veya 100000 faktörlü krem sıkmam gerekiyor yoksa haşlanıyorum. Arılarla da barıştım sonunda. Evrenle barışıyorum. Çünkü başka türlüsü olamıyor.

Genelde insanlar kış sebzelerini sevmez nedense. Ben bayılıyorum. Karnabahar mesela. Çok güzel değil mi? İyi yapıldığında günlerce tüketilir. Fırında güzel, kızartması güzel, tencere yemeği (etsiz) güzel, salatası güzel. Karnabaharı seviyorum. Pırasayı da. Fakat zirveyi lahana zorlar. Keşke yazın da yetişse. Mevsiminde olmayan şeyleri tüketmiyorum. Ya siz? Eskiden böyle değildim aslında. Son yıllarda aldı başını gitti. Aman doğal olsun aman vaktinde olsun. İmkanım olsa kendim yetiştiririm. Yalnız itiraf edeyim kereviz yiyemiyorum hala. Sevemedim arkadaşı. Affetsin beni.

Ankara sokaklarında yürümeyi seven tek kişi ben değilimdir inşallah. Seviyorum, napalım.

Sevdiğim başkaları da var.

Tiyatro furyasına devam ediyorum. Yıllar sonra bu tiyatro aşkımın alevlenmesi keyif verici.

Çocukken bir kurbağayı canlandırmıştım sahne üstünde. Epey komikti :)

Biraz kitaplardan bahsedeyim mi?

İlk defa seneler önce kendisini okumuştum. Sait Faik Abasıyanık'ın meşhur kitabı Alemdağ'da Var Bir Yılan. Aynı kitabı farklı zamanlarda okumak gerçekten ilginç bir deneyim. Zira önceki okuyuşunzdan anladıklarınız ile şimdiki teşebbüs arasında dağlar kadar fark oluyor. Kitaptaki hikayeleri tek tek irdelemeyeceğim fakat öne çıkanlar şunlardı benim için: İki Kişiye Bir Hikaye (en sevdiğim Sait Faik eseri olabilir), Dülger Balığının Ölümü, Hişt Hişt ve Yılan Uykusu. İnsan olmaya dair doğaya dair yalnızlık ve öte yandan insan sevgisi dolu hikayeler.

Son zamanlardaki takıntım Barış Bıçakçı. Veciz Sözler kitabı çok hoşuma gitti. Gerek hikayeyi işleyişi, gerekse aforizmalarıyla. Detayına giremiyorum çünkü ufacık bir kitap. Hacmine aldanmayın. Iskalamayın derim.

Fransız yazar Jean-Paul Didierlaurent'nın 6.27 Treni son zamanlarda okuduğum en sıcak kitaplardandı. Edebi olarak çok farklı olmasa da kendi içine alan bir hikayesi var. Guylain Vignolles, bir kağıt fabrikasında çalışmaktadır ve işi kitapların öğütülmesi görevini üstlenen "Şey" adını verdiği makineyi kullanmaktır. Fakat Vignolles'un gönlü bu kitap katliamına el vermez. Her seferinde öğütücüden kurtarabildiği kadar kitabı kurtarmaya çalışır. Genelde tek tük sayfalardır. Ve Vignolles her sabah işe giderken önceki gün kurtardığı sayfaları 6.27 treninde sesli olarak yolculara okur. Balığıyla akşamları konuşan ve kalbi boş olan Vignolles bir gün trende unutulmuş bir harici bellekle karşılaşır. İçindekileri okumaya başlayınca satırları yazan kadına aşık olur ve kendisini ilk elden görme hayaliyle yaşar. Kitap bir günde bitiveriyor fakat içindeki sıcak insanlar kolay kolay unutulacağa benzemiyor. Özellikle Giuseppe karakterini ve kaybettiği bacaklarının peşinde düşüş şeklini sevdim. Fazla bir beklentiyle başına oturmazsanız oldukça keyifli saatler geçirebilirsiniz.


12 yorum:

  1. 6.27 treni ne tatlı bir kitaptı, tekrar okunacaklar yığınında duruyor.

    MJ, adamı sömüre sömüre doymadı kapitalist şirketler. Daha bugün yazdım duygu ve düşüncelerimi blogumda.

    Alemdağda Var Bir Yılan, başlayıp devam edemediklerimden.

    Keyifli olmuş yazı, seviyorum böyle birkaç telden çalan yazıları.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten sevimliydi :) Balığını bile özlüyorum şuan.

      Anlam veremiyorum bu meseleye. "Vaktiyle kudretliydi de ondan korktular sesini çıkaramadılar yalan ifade verdiler" tezini kabullenmiyorum çünkü sen tacize istismara susarsan hem kendine hem başkalarına ihanet etmiş oluyorsun. Kaldı ki adam ne kadar güçlü olursa olsun (ki o dönem bence gücünün doruğunda sayılmazdı-medyanın yıpratmasını da düşünürsek) yeniden davalar açılsa ve yargılanıp kanıtlar sunulsaydı şarkıcının yırtabileceğini sanmıyorum. Çünkü çok korkunç şeylerle suçlanıyor ve yanına bırakmazlardı. Mide bulandırıcı bir şey. Keşke yaşarken bu mevzu neticelenseydi de çorbaya düşen sinek misali dinleyenlerini ömür boyu soru işaretleriyle bırakmasalardı.

      Sil
  2. yorum eror verdi nedense tekrar deniyorum.

    Parça bombaymış. Biraz eski soundlu ama olsun, dinlerken mesela flight facilities filan gibi remix kompetanları bi groove remix yapsa çok acayip olurdu dedim.

    Michael Jackson vakası hakkındakilere katılıyorum. Tamam ateş olmayan yerden duman çıkmaz da; ateş söneli çok oldu bu neyin dumanı hala diyesi geliyor insanın. ölmüş gitmiş zaten; dokunmayın çocukluğumuzun efsane ultra mega starına bırakın öyle hatırladığımız gibi kalsın.

    Kış sebzeleriyle ilgili paragrafı okurken de acaba hangibirini daha çok sevmiyorum diye düşünürken kerevizi patlattın. Tam oldu. Kabusum kereviz. tek geçerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teknik sorunlar yaşanabiliyor bazen :/

      Eskiciyim ben :) Fakat eskilerin remixlenmesi başarılı olunca tadından yenmiyor gerçekten de.

      Belgeseli kısmen seyrettim ve yazdıklarım konusundaki ısrarım devam ediyor. Dediğiniz gibi bence de ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Ortada garip bir şeyler var. Fakat yargı bunu kanıtlayamadığı için yapmıştır veya yapmamıştır diyemiyoruz. O nedenle kendisini sapık veya mağdur ilan etmek anlamsız. Ve dahi adam öldü. Yargılanması imkansız. Suçluysa da yanına kaldı. Bize sadece mide bulantısıyla şüphe düşüyor. Yalnız en sinir bozucu detay aileler. 4 saat boyunca kendilerini aklama çabalarındalar. Taciz vardır yoktur o bir yana dursun, hangi anne baba, çocuğunu tanımadığı bir adamın odasına bırakır? Neymiş, Michael'ı aile görmüşler, hediyelere uçaklara şaşaya kanmışlar. Yok yav. Michael yaşarken onun aleyhine ifade veren çocukların hakkı nolacak? Tecavüzü kabulleniyorlarsa bu aileler ortadaki rezilliğin koca bir parçasıdır. Önce kendi çocuklarına karşı sonra da öbür kurban çocuklarına karşı sorumlular.

      Sil
  3. Girişiyle beni 70'lerin disko toplu atmosferine götürdü şarkı :) Ben de geçmişten kopamayanlardanım. Şimdi müzik mi yapılıyor o ayrı tabii. Ayrı bir platforma tartışmak gerek.

    MJ ya da başka biri, kendini savunamayacak durumdaki isimlere bunun yapılması yanlış. Adam ölü yahu! Ne desin nasıl desin? Biraz akıl fikir.

    Açılınnnn ben vejetaryenimmmmm!
    Valla benim hayatım sebze ama bir tek kapuskayı ağzıma koymuyorum. Nedense sevemedim tadını. Onun dışında hepsini çok seviyorum. Kereviz de listemde ilk 3'ü zorlar ;D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok düşünüyorum. Seçenekler ve olanaklar fazlalaştı ama peki ya kalite? Şüpheliyiz. Göreceğiz :)

      Belgeselin amacı ne anlayan beri gelsin. Sadece kendilerini aklamak ve adamı karalamak gibi geldi bana. Adalet peşinde olan bir aile çocuğuna korkunçluklarda bulunan birini belgesel aracılığı ile değil yargı yoluyla perişan eder. Şuan yapılanın kimseye bir yararı yok. Varsa burada mağdurlar, onlar için üzülüyorum. Korkunç bir spekülasyon girdabı.

      Sumak eklemeyi dene kapuskaya :) Yeni gözdem.

      Sil
    2. Belgeseli izledim bu arada. Resmen mideme ağrı girdi diyebilirim.
      İnsanın etkilenmemesi imkansız. Ama hala aynı şeyi düşünüyorum zamanlama yanlış

      Sil
    3. Devamını seyretmedm. Ama bence de zamanlama yanlış çünkü yargılanması gereken biri varsa o artık ölü ve "yanına kaldı" o suçlamalar.

      Sil
  4. Bende bir dönem 80'ler yabancı şarkılara sarmıştım:)

    YanıtlaSil
  5. Me Too hareketinin suistimal edildiğine inanıyorum ben de. Çok tuhaf bir zaman.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşin kötüsü bu eleştirilince sorgusuz sualsiz sizi de suçlananlarla aynı cepheye yerleştirmeleri. Doğruya doğru eğriye eğri demeye çekiniyorsunuz.

      Sil