Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

15 Kasım 2018 Perşembe

Robert Plant - Carry Fire (2017)


Bu yılın en heyecan verici çalışmalarından olan Carry Fire, kendisini Led Zeppelin'den tanıdığımız Robert Plant'in çıkardığı on birinci stüdyo albümü. Solo çalışmaları fazla çalkantılı bir grafik izleyen Plant, Carry Fire ile o özlediğimiz eski mistik havasına geri dönmüş. Seksenlerdeki pop rock eksenli albümleri ne kadar zayıfsa doksanlarla beraber geliştirdiği egzotik sound da bir o kadar  heyecanlandırıyor beni. Fas'ta yaptığı kayıtlar, Tunus konseri, Mısırlı şarkıcılarla beraber çalışması derken Plant, Doğu'nun bütün kumu ve güneşini üstünde getiriyor o günden bugüne.

Jimmy Page'le beraber kaydettikleri müthiş Walking into Clarksdale kaydıyla başlayan bu oryantal esintiler Mighty Rearranger ile zirve yapmıştı. Plant'in Zeppelin günlerini de çok severim fakat solo kayıtlarında bence kendini daha iyi ortaya koyuyor. Çocukluğundan beri Amerikan müziğine, bluesa, İngiliz yerel şarkılarına meraklı olan Plant, bu denkleme Doğu ezgilerini de katınca olgunluk çağı bir zafer çağına dönüşüyor. Kashmir bunun ilk ayaksesleriymiş meğer. 2018 yılında elinde bendir ve tefle sahnede raks etmesi şaşırtıcı değil.

Zeppelin hayranları kendisine grubu toplaması için baskı yapsa da kendisinin buna halen direniyor oluşu bence takdir edilesi bir davranış. Çünkü Plant, eski Plant değil. Ne sesi ne kafası. O daha evrensel bir sesin peşinde. İçinde Avrupa'yı, Afrika'yı, Amerika'yı kapsayan bir sesi arıyor. Yırtıcı vokali artık yerini daha uysal bir tona bırakmış. Ki yerinde bir tercih. Zira ne hard rock ikonları biliyoruz, yetmişlerdeki cazgırlıklarını sürdüreceğiz derken seslerini kaybettiler, dahası madara olup yittiler. Plant de başına böylesi bir yenilginin gelmemesi için sesini geliştirme yoluna gitmiş anlaşılan ve daha yaşına uygun bir tonla ilerliyor yoluna.



Americana, folk ve dünya türlerinin bir karması olan Carry Fire, The May Queen ismindeki tatlı mı tatlı bir şarkıyla başlıyor. "Mayıs Kraliçesi" Pagan inanışlarında perilerin, baharın ve çiçeklerin annesidir. Zeppelin yıllarında da Pagan göndermeleri çoktu hatırlarsanız; hatta Stairway to Heaven'da da Mayıs Kraliçesi'ne selam edilir. Zeppelin'deki Pagan ve eski Kelt izleri burada da hissedilmekte. Tarz olarak Led Zeppelin III albümünden fırlamış gibi dursa da kesinlikle kayıt detaylarıyla yeniliğiyle parlıyor. Baharı bu bahsedilen şarkıyla karşılamak isteğiyle doluyor insan. Bahar çocuğu olmam münasebetiyle ayrı bir sevgi taşıdığım, albümde en sevdiğim şarkılardan biri. Müthiş bir başlangıç parçası.



Yerel soundtan yetmişlerin hard rock dönemini andıran oldukça sert ve politik bir şarkıya kırıyoruz rotamızı, The New World. Mülteci krizleriyle boğuşan "yeni dünya"dan bir şarkı kendisi. Albümde yine öne çıkan şarkılardan biri. Sözleri ve içindeki gitar solosu özellikle dikkate değer. Buram buram kalite kokuyor. Sonlara doğru üstadın "ah ah"larına dikkat.

"Şarkılarla birlikte bu şen gelişi yüceltiyoruz
Bir diğer bakir sahilde
Eski dünyadan kaçış
Yeni dünyayı kucaklayış
...Soylu vahşiyi eğitimsiz bırak
Büyük beyazın babanın sözü yasadır
Boyun eğdir, onları özgürleştir
Zehirli kalem, kanlı kılıç."

Naif bir aşk şarkısı olarak nitelendirebileceğim Seaons's Song tam anlamıyla bir olgunluk dönemi şarkısı. Kadife sesli şarkıcılara layık bir şarkıyı Plant'ten dinlerken farklı hisler uyanıyor içimizde. 

Carry Fire şarkı olarak hem albümün en şatafatlısı hem de Plant'in bence son yıllarda çıkardığı en iyisi. İstanbul Caz Festivali kapsamında kendisini izlerken bu şarkının icrasında dünyayla kurduğum bağın zayıflamasına neden olmuştu. Zaten konseri izleyen kimse sorarsanız buna benzer cevaplar verecektir. Tehlikeli derecede büyüleyici bir şarkı kendisi. Manchester performansını sizinle paylaşayım. Müziğin sınır tanımazlığının kanıtı. Elektronik öğeler oryantal ezgilerle iç içe geçmiş. Tunus seyahatim boyunca müzikçalarımdan eksik etmemiştim bu albümü.



Bu arada sanatçıya eşlik eden Sensational Space Shifters grubuna da parantez açmak isterim. Çok yetenkli müzisyenlerden kurulmuş bir grup. Kendileriyle ilk tanışmamız da Lullaby and the Ceaseless Roar albümüydü. Gitar ve yerel çalgılardan sorumlu Justin Adams, kemanda Seth Lakeman ve davulda Dave Smith aklıma gelen ilk kişiler.

Nefes kesici bir şarkı desem yeridir Bones of Saints'i tanıtırken. Plant, sesini koyuverip, eski günlerdeki gibi şakımanın eşiğinde dolanmakta. Öyle ki bir nefes sonra sanki Since I've Been Loving You'ya geçeceğiz. Country ruhu ve folk prensiplerini potasında eriten eşsiz bir şarkı. Canlı dinlemek çok isterdim. Tam bir yol şarkısı.

"Cennet bahçesinde ve çarklar dönüp dururken
Bir meleğin görüşü, en adil antlaşma suya düşerken"

Dönem efsane rock gruplarından The Pretenders'tan hatırlayacağımız Chrissie Hynde'la (sesi çok seksi yine) düet yaptığı Bluebirds Over the Mountain albümün en deneysel şarkısı. Girişi çok haşin buluyorum ne zaman şarkıyı dinlesem.

Gönül isterdi ki kalan şarkıların hepsi de bu incelediğim şarkılar kadar inanılmaz olsa. Fakat değil. Yanlış anlaşılmasın, diğerleri kesinlikle kötü değil, ama o beklenen dehşeti hissettirmedi bende. Yine de son kertede albüm epey başarılı. Dinlemenizi öneririm.

Kendisini dönemdaşlarından ayıran en önemli özelliği bence tüm bu saydığım şeyler. Sesini korumaya alması, farklı dünya müziklerini keşfetmesi ve asla arkaya bakmaması. Gerçek bir sanatçı da böyle olmalı. Freddie Mercury, Paul Stanley,...kim gelirse aklınıza gelsin. Hiçbiri Plant kadar cesur davranamadı. Bir istisna olarak Deep Purple'ın solisti Ian Gillan'ı sayabilirim. O da şifayı başka kıtaların müziğinde bulmuştur. Müzik harmanlanarak zenginleşir, yetişir. Hard rock, blues, Americana, folk, country, psychedelic rock, dünya gibi çeşitli türleri bir vücutta birleştiren Plant'in sanatçı kişiliği karşısında saygıyla eğiliyoruz. Elvis Presley zamanında boşuna bu sesi övmemiş (Zeppelin üyeleriyle birlikte Kral'ın konserine gittiklerinde efsane isim şarkısını yarıda keser ve yeniden başlar şu anonsla: hanımlar beyler Zeppelin alana girdi).

Robert Plant'i sahnede izlemek, emekli bir büyücüyü, olgunlaşmış bir rock starı aynı bedende izlemek demek. Halen kendisi hayattayken bu ömre bedel fırsatı kaçırmayın.

Bunları Dinlemek Lazım: The May Queen, New World..., Carry Fire, Bones of Saints

2 yorum: