Az daha gidiyordum. Türbülansa girdiğim bir zamanlar serisinden geçtim ve hatta az kalsın uçağım, hayat uçağım düşüyordu. Son bir hamle ile takımlarımı açmayı başardım. Nedenini nasılını pek de bilmiyorum. Fakat neredeyse kayalıklara tosluyordum. Bunda son aylardaki kısıtlanmışlık hissi etkili olmuş olabilir lakin başka sebepler var. Karantina hali sadece onu hızlandırmıştır. O sebepler bu kendimle baş başa kaldığın aylar süresince gün ışığına çıktı. Tabii haliyle işler de çığrından çıktı. Halının altına süpürdüğüm (-ü sandığım) tüm hayalkırıklıkları, kalpkırıklıkları, başarısızlıkırkılar her yana saçıldı. Oyuncaklar gibi saçıldı dört bir yana ve ben her saniye birinin üstüne bastım çıplak ayaklarımla. Bazı şeyleri beynimin unuttuğunu veya ruhumun hazmettiğini sanıyordum. Öyle değilmiş. Kendimi bombardımanın ortasında buluverdim. Kendi üstüme bombalar yağdırıyordum. Nereden hangi suçlamanın geleceğini bilemezken...sessiz evimde yalvarıyordum kendime; "kes şunu". İşe yaramadı. Sonra eski bir dost hortladı (nezle gibi mevsimsel bir şey değil) ve beni son çıkışa yönlendirdi. Beden, ait olduğu insanın bir parçasıdır hiç şüphesiz. Ama onun malı mıdır? Dilediği zaman ona dilediğini yapma hakkımız var mı? Bence hayır. Ne kendimiz, ne de bir başkası, bunu yapmamalı. Beden kutsal bir bütün. Güneş gibi. Ormanlar gibi. Hiçbirine dokunulmamalı.
"Dünya kutsal! Ruh kutsal! Ten kutsal!...
Her şey kutsal! Herkes kutsal! Her yer kutsal! Her gün sonsuzlukta!
... Kutsal New York Kutsal San Francisco Kutsal Peoria ve Seattle
Kutsal Paris Kutsal Tanca Kutsal Moskova Kutsal İstanbul!...
Deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal lokomotif kutsal görünüşler kutsal hayaller kutsal.."
- Allen Ginsberg (Footnote to Howl)
Velhasıl olmaması gereken bir şey yaptım. Fakat başarılı ol(a)madım. O parantezi koydum; çünkü en ufak işi bile elli kere düşünüp tasarlayarak yapan büyük mükemmeliyetçi ben, nasıl oldu da bu işte açık bir kapı bıraktım bilmiyorum. Belki beynimin ücra bir köşesinde hala güneş ışığı vardır ve bilinçdışı bir yangın çıkışı kapısını aralamıştır? Neyse, sonunda bir el uzandı Tanrı'nın eli mi, aşkın eli mi, yoksa kedimin patisi miydi bilmiyorum. Birisi beni tuttu ve geri getirdi (iyi ki). Detayları paylaşmıyorum, gereği yok. Bol drama, bol kepazelik. Kendimden utanıyorum.
Açıkçası uzun zamandan beri kendimden kurtulma düşüncesi kafamda dolanıyordu ama bir şekilde o sesleri bastırabiliyordum. Dışarıda sevdiğim insanlarla buluşarak, konserlerde zaman öldürerek (konserler hayat kurtarıyor, ister inanın ister inamayın!), kahvecide oturarak, sokakta gördüğüm hayvanlarla konuşarak, kitapçılarda dolaşırken, ağaç altında otururken, işteyken, güneşin batışını izlerken, bir iki kadeh "ayran" içerken. Hayatın tüm o koşuşturması, uğultusu, insanı kendinden koruyordu. Bir şekilde günler geçiyordu. Ama bu kendi kendinle kalma hali delirticiydi. Evden sevdiklerinle konuşabilirsin, işini devam ettirebilirsin; fakat bazı şeyler var ki..
Yardım istemedim. İstesem çok rahat alabilirdim. Ama istemedim işte (bundan sonrası için bakacağım). Bu bir hastalık. Lütfen sakız çiğner gibi "ay, bugün depresyona girdim" demeyin. O bir bar kapısı değil ki girişi çıkışı kolay olsun. Girdiniz mi çıkması zaman alıyor ve benim bu durum yıllardır sürüyor. Şuan mı? Şuan buradayım. Sizlerleyim. Hep birlikte buradayız. Yüzler gülüyor (hem güzel şeyler de mi olmuyor demeyin, bol bol kilo verdim-kedim almış tüm verdiklerimi). Tekrardan kitap okuyorum son günlerde. Sense8 diye bir diziyi bitirdim, 2-3 günde. Arkadaşım saolsun ta yurtdışından önerdi. Bana çok iyi geldi mesela. Beni bir yerlerde düşünen insanların olması fikri hoşuma gidiyor. Bu diziyi ileride konuşuruz. Fakat şu kadarını diyebilirim, belki içinde bulunduğum koşullardan ötürü fazla yüksek duygularla izledim ama izlediğim diziler içinde bu denli beni etkileyen az dizi vardır. Aşkı öven bir dizi Sense8. Zaten final bölümünün adı "aşk her şeyin üstesinden gelir" gibi bir şey. Artık bir orji sahnesinde ağlamadım demem.
"Kalbime (yaş) yağıyor, şehrin üzerine (yağmur) yağar gibi.
Hangi mecalsizliktir ki bu, kalbime sızıveren?"
- Paul Verlaine (Il pleure dans mon coeur)
Yaşam kutsal bir şey (güzel diyerek kötü yanlarını yokmuş gibi sayamam-ama onlar olmadan insan da yaşayamıyor güzelliğini, hep bir tezatlık hali). Sonuçta tekrardan bu karambolün içine dalmak istemiyorum. O yüzden de kafamı sürekli şişiriyorum dizilerle, filmlerle. Ellilerin ve altmışların filmleri ve şarkılarıyla oyalanıyorum. Öyleyse aynı yıldızların altında uyumaya, yemeye, dansa, sevişmeye, küsüşmeye, gülüşmeye, ağlaşmaya devam edeceğiz. Sizin için de bir yıldız tuttum bu gece.
Yazıp anlatmış olmana çok seviniyorum. Bilinçdışı yangın çıkışı kapısının aralık kalmış olmasına çok seviniyorum. Dizilerle, filmlerle kafa şişirmeye çok seviniyorum.
YanıtlaSilTanışıyoruz ama tabii hiç tanışmadık, ama buradayım hep.
Şimdi bir daha okuyacağım yazdıklarını. ❤
2 haftadır elim ermiyordu. Ha bugün ha yarın derken sonunda yazdım, yazmam gerektiğini de hissettim. Bilemiyorum iyi mi oldu ama iyi hissettirdi sanki?
SilMuhtemelen üniversite hayatımdan bu yana hiç bu kadar film maratonu yapmadım. Bir anım boş geçmiyor. "Uyumama 2 saat daha var dur sene hele falancanın filmini açayım" diyorum. Prime Video, Netflix (ya rabbel alemin!) ne bulduysam hepsine üye oldum :D Utanmadan uyuyakalıyorum, sabah kahvaltı etmeden tamamlıyorum :D Öyle de yüzsüzüz, o film bitecek :)
Bir gün oturmaya da geleceğim inşallah. Şu korona hepimizi öyle bir hale getirdi ki, Kızılay'a bile gidebilsem şuan yurtdışı yolculuğuna çıkmışım kadar iyi hissettirecek :D Ne büyük olay. Geçenlerde bir avm denemesi yaptım (Rossmann içindi-başka yerde yok dişmacunu -_-). Evlere şenlik, bir ara yazsam fena olmaz. Üç aylık depoladım ama, dalga malga gelir gene haftalarca çıkamazsak mazallah.
Teşekkürler :)
Hepimizin ara sıra daldığı denizler bunlar.. Geri gelmenize sevindim. Merak etmiş ama "bu ne laubalilik" olmaması adına yazmamıştım. Yeniden okumak güzel ama, dinlemek de! Tuhaf zamanlardan geçiyoruz....
YanıtlaSilOlur mu öyle şey hiç çekinmeden yazın, sorun :) Bana aylar önce yazılmış yorumlara bile dönerim bir şekilde. Yeter ki burada olalım :))
SilGereksiz tek laf etmeyeceğim, sadece hoşgeldin tekrardan, özledik seni inan ki...
YanıtlaSilÇok teşekkürler Leylak Dalı. Bilmukabele :) Sessizliğin de çok şey anlattığını anladım son zamanlarda.
Silsana yazmak istediğim her şey bu şiirde var:
YanıtlaSilbilirim yarın diye bir şey var
çeliğin su katılmamış yanı
ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek
bir yanı var
ömrümüzün
belki bir gün gülecek.
selam verip
selam alacak
barışa kardeşliğe
hep tok yatan
çocuklar görecek
el ele
aşklar, omuz omuza dostluklar
ne dikenli teller olacak
ne tanklar tüfekler
ne tüberküloz kalacak
ne lösemi
ne işsizlik
ne banka
ne borsa
süt gibi duru ve ak
ekmek gibi sıcak
bizim de
bizim de
günlerimiz olacak.
güle değecek
kuşların kanadı
ve kuşlar sırtlarında
gül taşıyacak
kardeşlerim koşar adım
moraran beyazla
zincirlerimizle
yaralarımızla
ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek
bir yanı var
ömrümüzün
belki bir gün gülecek.
❤
❤
SilHoş geldiiin, iyi ki geldin:)
YanıtlaSilŞimdi efendim, lise yıllarında Orhun çok zor zamanlar geçirmişti. Depresyon nedir o yüzden iyi bilirim ve zorda olan insana asla "şöyle yapsana, böyle yapsana, kafanda bitiyor olay" gibi gereksiz konuşmalar yapmam. Seni çok iyi anlıyorum. Şu hoşuma gitti ve ümitlendirdi ki dizilerle, filmlerle kafanı şişirmen, bunu düşünmen çok ama çok iyi.
Sense8 en sevdiğim dizilerdendir. Çok farklı. Ben de su gibi içmiştim. Dediğin gibi bir ara anlat bakalım:)
Sevgiler Zihin. Sağlıkla kal!
Ay o "kafanda bitiyor" yok mu :)) En sevdiğim. Keşke bitse.
SilNe güzel diziymiş ya! Bu kadar akıcı ve bir o kadar da söyleyecek sözü çok olan bir dizi görmedim uzun zamandır. Wachowskilerin en iyi işlerinden biri olabilir. Çok etkilendim.
Bu garip zamanlarda "sağlıkla kal" ifadesi hiç olmadığı kadar anlamlı ve değerli. O yüzden ben de sizler de sağlıkla kalın demek istiyorum :)) Korona da cehennemin dibini boylar umarım.
🖤
YanıtlaSilhttps://www.youtube.com/watch?v=oEyEQE1MKdE
Genç neslin en iyi bestecilerinden. Kalp gönderildi.
Sil