Müzik yazılarıma dönmek için sabırsızlanıyorum. Fakat bir türlü kafamı toplayamıyorum. Oysa bir yarım saat ayırıp otursam masabaşına tamamdır. Genelde nasıl oluyor; oturuyorum ve "dur şu siteye bakayım, dur şu maili de göndereyim, dur yeni kitaplara bakayım (almıyorum ki ne demeye bakılıyor???)" diye diye dakikalar uçup gidiveriyor. Bir tane detaylı yazı hazırlıyorum. Muvaffak olurum da bu haftaiçinde yayınlarsam alkışlarınızı bekliyorum.
Huyum kurusun, izlediğim bir filmi tekrardan izlemiyorum. Çok nadirdir. Hani nedir, Titanic'tir, elli kere izlemişimdir (yok, o kadar olmadı tabii de sinemada yedi kere izlemişliğim vardır). Almost Famous'ı da çok izledim. Ama bunlar harici oturup da tekrardan açıp seyrettiğim film pek yok. Bir nedenden ötürü eskilerden seyrettiğim bir filmi tekrardan izledim. Aman bir iyi geldi ki sormayın. Eski bir dostu görmüşüm gibi oldu. Günlerin Köpüğü veya kendi dilinde L'ecume des jours'dan bahsediyorum. Boris Vian abimizin kitabından uyarlama kendisi. Valla o ne yazsa çoğunlukla başucu kitabım oluyor fakat bu kitabın yeri ayrı. Neden? Çünkü bu kitapla tanıştım kendisiyle. Hepimiz gibi. Mutsuz bir aşk hikayesini tekrardan izlemenin neresi mutlu etti derseniz... hatırlattığı anılar. Başka bir nedeni yok. O filme dair hayatımda yer edinmiş insanlardan hiçbiri yok bugün. Köpük misali uçuveriyor günler ve dostluklar.
Birkaç tane Melissa McCarthy filmi izledim. Valla ben gülüyorum kendisine. Çok yersiz eleştiriliyor sanki? Hayır ne bekleniyor ki.. Komedyen sonuçta. Güldürüyor mu güldürüyor. E tamam. The Happytime Murders ve eski filmlerinden Tammy'i izledim. İlki baya keyifli film. Susam Sokağı ekibiyle davalık olsalar da. Tammy için çok iyi şeyler söyleyemeyeceğim (gerçi aşkım Susan Sarandon da var filmde, Kathy Bates'i de unutmayalım) ama bir soygun sahnesi var ki evlere şenlik. Anıra anıra güldüm, yalan yok. Sempatik geliyor bana kendisi. Hani çok kötü filmlerinde bile bir şekilde mutlu oluyorum. Allah selamet versin.
Komedi dedik de, maşallah dediğim iki gün yaşamıyor. Adalet Ağaoğlu'nun kaybından sonra aklıma ilk gelen kişi Seyfi Dursunoğlu olmuştu çünkü yaşı epey ileriydi. "Acaba o ne alemde" diye bir yazayım dedim yazımın sonuna; sonra vazgeçtim. Nazara gelir diye. 2-3 gün geçmeden onu kaybettik. Peş peşe geldi bu ölümler. Hepsi de değerli insanlar. Bir ay kadar önce o rezil zamanlarımda, keyiflenmek için eski programlarını seyrediyordum. (o kadar iyi geldi ki) Sonra bir gece kendisinin belgeselini de izledim. Hem hüzünlendim hem de gurur duydum. Kim yazmış hatırlamıyorum; ama şu tespit çok yerinde: "kendisi sahnede elli sene kıvırdı, ama gerçek yaşamında bir kez bile kıvırmadı". Sonuna kadar kendi doğrularıyla yaşadı. Kimselere yaranmak için şirinlik peşinde koşmadı. Bundan büyük miras var mıdır? Espri anlayışı belki bugün rağbet görmezdi; ama bir kenara atılmayı da hak etmiyordu bence. Kendisini yeni kaybettik belki ama Huysuz ondan çok önce ölmüştü. Ama şu nedenden, ama bu nedenden. Onun nüktedanlığı ve hazırcevaplığı her zaman etkileyiciydi. Cesaretine değinmeye gerek yok. Şimdiki dizilerde iki erkek el ele tutuşsa gündem oluyor ama kendisi kırk sene ekranlarda drag queenlik yaptı. Ne diyelim, huzur içinde uyusun. Belki buruk gitti ama onun sevenleri kendisini hep onurlu duruşuyla hatırlayacak. Hayatın renkleri bir bir soluyor. Besteciler ölüyor, yazarlar ölüyor, komedyenler ölüyor, bize ne kalıyor? Sadece anılar.
Çağrışım yaptı. Güzel bir film önerim olacak (Priscilla Queen of the Desert). Sıfır beklentiyle izlemiştim nedense ama övgülerin hepsini hakediyormuş. Dört dörtlük bir güldürü. Müthiş oyunculuklar (Terence Stamp Bey ne yapmışsınız!) İzlediğinize pişman olmazsınız.
Şarkı da bırakayım, ayıp olmasın. Sonra ne oldu sana Zihni Bey demeyin :) Ipıssız bir adaya düşsem... yanıma hangi grubun kayıtlarını alırdım, elbette M83. Beni bu grupla hatırlayın.
Çok sıcak ve ben soğuyamıyorum.
Gitmeden bir şey daha, hala keşfedilmeyi bekleyen güzel Beatles şarkıları olduğunu farkettim. Nasıl bir grup! Senelerce sen dinle, hala altlardan cevherler çıksın. Bu sefer gidiyorum cidden. Ciao.
Ciao! Ay neydi asansör önerisi? Ahhahhahha unutmuşum ben :D
YanıtlaSilBen de Bridesmaids'i izleyip gülmüştüm, eski dizisi Mike&Molly'i de seyrederdik. Bu iki filmi de izleyeyim, insan bazen arzu ediyor şöyle 2 saat oturayım, derin düşüncelere dalmadan bir şey izleyeyim diye :)
Seyfi Dursunoğlu benim bir içime oturdu ki, oturup ağladım biraz öğrenince. Bir tweet gördüm, hak verdim, aşağı yukarı şunu diyordu, "Bir espri yapacaktı ve cinsiyetçi olacaktı, başka bir esprisi transfobik olacaktı, sosyal medyada farklı gruplar tarafından linç edilecekti, allah bilir gözaltına alınacaktı."
Oturup seyrettim eski şovlarını, eski Türkiye filan olması bir yana, bu herkesin birbirini yediği ortamda drag queen personası nedir diye laf anlatmak herhalde imkansız olurdu. Drag olmadan da zaten savcılığa şikayet ediyorlar komedyenleri. Ay Sibel Can Show filan sanırım, yere çökmüş, elindeki naylon torbadan yere patlıcan döküp patlıcan falı baktı ahhahhhahha :D Ben hala gülüyorum, çok özel bir alan Huysuz Virjin'in sahnesi, bütün işini iyi yapan drag queenler gibi.
HUGO WEAVING Mİ O?! Ahhahhahhha ay ilk defa duyuyorum bu filmi! Ve tabii ki hemen seyredeceğiz :D Çok yaşa sen Zihnibeyciğim! ❤😊
(Birand tonlaması ile "takvim yaprakları 27 Ocak 2020'yi gösterirken Fermina Hanım tarihi yorumlardan birini yazmaya hazırlanıyordu") "Mazhar Alanson'la asansörde mahsur kalsam sırtımı döner, o yokmuş gibi kurtarılmayı beklerim." AHAHAHAHA :D
SilDimi? İnsanların sinemaya gereğinden fazla anlam yüklemeleri beni bazen sıkıyor. Sanki bir İskandinav fiyordunda, adasında yaşıyoruz da, her şeyden bir ciddiyet bekliyoruz :D Bu kadar gerilim yüklü coğrafyada güldürecek en ufak şeye muhtacız. Sonuçta kendisi bir komedi oyuncusu ve hayatın anlamını aramak yersiz onun filmlerinde. Gülüp geçeceksin. Tarkovski izlemiyoruz. Tammy'i özellikle sana öneririm çünkü kadro tam bizimkilerden oluşturulmuş. Çok aman aman bir film değil, ama Susan yine harika oynamış. Hiç yaşlanmıyordu <3
O minvalde bir tweeti ben de gördüm ve hak verdim. Ne yazık ki politik doğruculuk kisvesi altında bazı ifade özgürlüklerinin önü kesilmeye başlandı. Bu doğrucu Davut'ların birçoğunun "savundukları" kesimleri düşündüklerine bile inanmıyorum ya neyse. Çok tercih etmesem de ofansif mizah diye bir şey var ve Huysuz da bazen bu sularda yüzüyordu. Ama neticede mizahtır. Gülmüyorsan bakmazsın, kimse zorlamıyor. Patlıcan falı ahahaha Gişede araçlara bilet satarkenki hallerine de çok gülmüştüm :D
Aynen öyle :)) Üçü de o kadar üstün bir performans çıkarmış ki... Bu kadar iyi oyunculuklar az rastlanır. Hele ki Terence Bey gerçekten ortalığı ateşe vermiş :D Muazzam.
Ahhahhahha ay aynen öyle yaparım asansörde! İyi oldu hatırlattığın :D
SilHemen bulup izledim gişe memuru Huysuz Virjin'i ❤ Huysuz'u görünce herkesin ağzı kulaklarına varıyor :)