İlk defa ne yazacağım bilmiyorum. Öyle bir konserdi.
2013 yazında Bryan Ferry ve Caz Orkestrası İstanbul'a gelecekti. Tabii en önden biletler falan alındı. Gün beklendi. Sonra Gezi bahanesiyle iptal edildi. O iptal bana fena koymuştu. Hatırlarsınız. Aylarca yüzüm düşük gezdim diyebilirim. Çünkü Bryan Ferry benim için çok şey demek. Eski takipçilerim çok iyi bilir. Hele bir de 2016'da David Bowie'i kaybedince "Allahım galiba Ferry izlemeden öleceğim" sendromuna yakalandım. Gelsin evhamlar gitsin vesveseler. Dokuz uzun yıl boyunca. Sürekli turne günlerini takipteyim. Bir türlü denk gelmiyor. Sonra bir gün Roxy Music resmi hesabı açıldı. Twitter platformunda. Kütür kütür 50.yıl turnesi açıklayıverdiler. Roxy Music'den bahsediyoruz.. Tüm zamanların en büyük art-rock grubu. Yetmişlerin glam rock denince akla ilk gelenlerinden.
Olur mu olur derken gerçekten de oldu. Ferry'i solo olmasa da grubu ile dünya gözüyle sahnede izledim. Scotiabank Arena'da dün gece Roxy Music'in yarım asırlık yolculuğunu kutladık. Herkes tabii heyecanlı. Ama grup hepimizden beter. Çünkü yaşlar kemale erdi. Ferry 80'ine dayandı. Kalanlar 70'lerin ortalarında. Gitarist Phil Manzanera bir dergiye konuştu geçenlerde ve bu turnenin muhtemelen son olabileceğinden bahsetti. Zira grup sadece özel senelerde toplanıyor ve grubun 60.yılını kutlamak -yaş haddinden- muhtemelen nasip olmayacak. Dolayısıyla oldukça anlamlı bir turne. Hem şunu da not düşelim. Grup neredeyse ilk kurulduğu günkü kadrosuyla sahnede.
Roxy Music sadece kedim Roxy'nin isim babalığını yapmıyor elbette. Avalon albümüyle seksenler popuna yön vermiş, çıkış albümleriyle avant-pop/art-rock türünü kitlelerle tanıştırmış, ara ara progressive rock ve hatta diskoya varan dokunuşlara imza atmış "postmodern" bir grup. Ferry'nin modaya olan yakınlığından mütevellit grup da her zaman "şıklığı" ve modellerin yer aldığı albüm kapaklarıyla tanınıyor.
St.Vincent iyi bir seçimdi öngrup olarak fakat belki onu ayrı bir yazıda değerlendirmeli çünkü çok ateşli ve fırlama bir performanstı.
* * *
Roxy veya Bryan'ı eğer bir gün izlersem gecenin açılış parçasının Re-Make/Re-Model olması büyük arzumdu çünkü o şarkıda herkes kendi hünerlerinden parçalar gösterir ve kelimenin tam anlamıyla bir karşılama şarkısıdır... evet dün gecenin açılışı o şarkıydı. O meşhur aptalca söze canlı eşlik etmek çok keyifliydi: "o gördüğüm en tatlı kraliçedir (CPL593H)".
Soluk almadan geçilen gecenin ikinci şarkısı grubun da en sevdiğim şarkısı olan Out of the Blue'ydu. Ferry'nin sesi son yıllarda oldukça yıprandı (kabul edelim sesi keyif vermekten uzaklaştı) ve açıkçası bu şarkıyı söyleyebileceğini hiç düşünmedim. Ama belli ki anı olarak kalmasını istedi ve turneye dahil etti. Çok da iyi oldu. Belki 70'lerdeki o vahşilik yerini olgun bir dinginliğe bırakmıştı ama her şeyin ayrı bir güzelliği var. Hem şunu da söylemeliyim Andy Mackay hala inanılmaz bir müzisyen. Obua ve saksofonunu hala deli gibi kullanıyor. Bu şarkı da bunun kanıtıydı.
İlk şarkıları klavye başında oturarak geçiren Bryan, nihayet ayağa kalkarak mikrofon başına geçti ve duyduğum o ilk saniyesinde yüzümde aptal bir gülümseme beliren The Bogus Man başladı. Sahtekar adamlara dair harika mizahi bir şarkı.
Konser öncesi arkadaşımla Ladytron çalarlar mı tartışmasına girdim ve haklı çıktım. Gecenin dördüncü şarkısı Ladytron'du ve obua ezgileriyle çoştuk. Bir çok elektronik gruba da ilham veren bu şarkının düzenlemesi üzerinden yarım asır geçse de etkisini sürdürüyor.
Avalon, grubun en sevdiğim albümü olduğu için buradan gelecek her şarkıya kapım açıktı. Talih bizden yana olacak konserin neredeyse yarısını buradan seçtikleri şarkılarla doldurdular. While My Heart Is Still Beating daha ilk notada içimi ısıttı. Tıpkı Placebo'da olduğu gibi bu konserde bazı anlarıyla çok özel ve duygusaldı. Zaten bu şarkıyla birlikte 3-4 şarkı boyunca durmadan iç çekip buğulu gözlerle sahnede olan biteni izledim. Oh Yeah çalarken mesela. Arkada uçsuz bucaksın yollar akıp giderken yanlarda drive in'lerin ışıltılı tabloları. Bryan'ın her "radyoda bir grup çalıyor, ritmik bir gitarla, Oh Yeah çalıyorlar radyoda" deyişi içimde yankılandı. Sanırım alanda bulunan herkes bu şarkıda ufak çaplı duygu fırtınası yaşadı. Hazır herkes kıvamdayken Avalon'dan bugüne kadar çok nadir çalınan To Turn You On'u da patlatıverdiler. Fonda New York City görüntüleri... Bryan ise arka sokaklarda notalarıyla turluyor.
Grubun en ekletik şarkısı If There is Something de gecenin sürprizlerinden. Roxy Music tanımayan birine genelde bu şarkıyı dinletirim ilk olarak. Çünkü beklenmedik bir şarkı. Country gibi hafif başlar sonra Pink Floydvari deneysel sulara dalar ve Bryan vokalini konuşturur. Grup bu şarkıda hemhal oldu ve yaşlarına rağmen inanılmaz bir performans çıkardı. Galiba uzun zamandır hiçbir konserde bu kadar alkışlamamıştım.
Hazır herkes enstrumanını konuşturuyorken sırada duygusal In Every Dream Home a Heartache çıkageliyor yeşil bir arkaplan görseliyle. Bryan klavyenin başında. Dertli dertli söylüyor şarkıyı. Ve sonra Phil gitar solosuna giriyor. Ama ne solo. Suratımızda tokat gibi patlıyor adeta. Bütün gece beynimde yankılanıyor. Geneli bilmem ama kişisel tercihim bu şarkıydı dün geceden. Kolay kolay unutabileceğimi sanmıyorum.
My Only Love için bir şey diyemiyorum, dört dörtlük çaldılar, öldük. Sonra hit şarkılar More Than This ve Avalon herkesten büyük tezahürat topluyor. Ve gecenin bence ikinci en iyi şarkısı Same Old Scene başlıyor. Düğümlenen boğazlar birkaç ufak damlaya yerini bırakıyor. Hep diyorum konser işitsel ve görsel bir şey. Işıkların pembe pembe tepemizde gezindiği anlarda Bryan, "hiçbir şey sonsuza kadar sürmez ki bunun farkındayım" demesi beni çok etkiledi nedense. Öyle böyle değil ama. Yaşlanıyor muyum yoksa Bryan'ı muhtemelen ilk ve son görüşüm olduğu için duygusallaşıyor muyum bilemedim artık. Ama şu bir gerçek, iyi ki hiçbir şey sonsuz değil yoksa her şey anlamını yitirirdi.
Love is the Drug'la gözlerimizdeki yaşları kuruluyoruz ve Do the Strand'la fonda akan Roxy albümleri ile elli yıllık bir maziye göz gezdiriyoruz. Yine o güzel gülüşüyle Bryan sahneyi terk etmemekte kararlı. Fonda akan artpop imgeler ile Editions of You söylüyoruz. Marilyn Monroe'lar, Elvis'ler, Mao'lar, Jackie'ler ve Campbell çorbaları uçuşuyor.
Gecenin son vuruşu da John Lennon coverı Jealous Guy ile diskotopu ışıkları altında geliyor. Arenayı kaplayan parıltıların altında mırıldanıyoruz "seni incitmek istememiştim..".
Biz yine de sonsuzluk varmış gibi geride iyi bir şeyler bırakalım dostlar. En kötü semada yankılanır durur. Bu Roxy Music maceram bir ömür zihnimin arka sokaklarında bir yerlerde dönüp duracak. İyi ki yapmışım dediğim şeylerden. Bowie ve Lou izleme fırsatım olmadı belki ama bu "son treni" yakaladım. Onlara da selamımızı çakalım! Dün Roxy ve Bryan'a dair özdeşleşen ne varsa geceye dahildi, şık giyimli insanlar, kadehler, burjuva bohem ruh. Devamı olacak yazılarımın (köşeye yazıp attığım incelemelerim var peş peşe yayında olacaklar). Söz verdiğim gibi buradayım sezonu açıyorum.
Bryan ile ilgili çok fazla yazdım. En sonuncularından birini bırakayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder