Zihnin Arka Sokakları

"Ve en sonunda göreceğin aşk, verdiğin aşka eşit olacaktır." - The Beatles (The End) 🎵🐝💕🌻🌍🐾

22 Kasım 2015 Pazar

Elveda Marianne

Biraz sancılı bir süreç oldu aslında. Marianne Faithfull konseri için birçok tarih verildi. Fakat bir türlü gerçekleşemedi. 26 Nisan 2015 dendi; Marianne rahatsızlandı, ameliyat oldu. 13 Ekim 2015 dendi; ülke gündemi sebebiyle iptal edildi. Ve nihayet 20 Kasım 2015 dendi ve hayaller gerçek oldu. 50. Yıl turnesi kapsamında İstanbul'a geldi ve bizlerde yeni yürek yaraları açarak veda etti.

Peki kim bu kadın ? Neden ısrarla değişen tarihlere direndim ve konsere gitmek için deyim yerindeyse şartları zorladım ? Cevabı basit. Kendisi Marianne Faithfull. Rock camiasının baştacı. Mick Jagger'ın sevgilisi. Keith Richards'ın sevgilisi. Bazı kaynaklara göre Bob Dylan'ın da bir dönem sevgilisi. William Burroughs ve Serge Gainsbourg arkadaşlarından bazıları. Kendi idolleri Billie Holiday ve Marlene Dietrich. Oyunculukta da kendini göstermiş (sinema tarihinde f-word yani f*ck kelimesini ana akım bir filmde kullanan ilk oyuncu), bir dönem moda ikonluğu bile yapmış. Ve hepsi bir yana, duygulara hitap etmesini bilen nadir şarkıcılardan. Hiçbir zaman sıradışı bir sesi olmadı. Vasat bile denebilir. Ama her daim tutku dolu. Her zaman güçlü.

İki gitaristin efsane Faithfull şarkılarından biri olan Strange Weather'ı doğaçlama şekilde çalmasıyla başladı konser ve bir elinde bastonuyla, siyahlar içerisindeki Marianne sahnede belirdi. Geçen sene kalçasını kıran ve enfeksiyon yüzünden birkaç ay önce yeniden ameliyat olmak zorunda kalan Marianne yürümekte biraz zorlansa da kendi deyimiyle "hiçbir şey Marianne'i durduramaz"dı. Üç adım önüme kadar geldi ve bastonunu kaldırarak salonu güleryüzüyle selamladı. Hepimizin gözlerinin içine bakarak. Türkiye'yi seven bir şarkıcı kendisi. Altıncı konseriydi İstanbul'daki ve bir sonraki konser için gece sonunda yeniden sözleştik.

Yeni albüme adını veren Give My Love to London ile start verildi. Kötü zamanlar geçirdiğini ve bundan pek bahsetmek istemediğini söyledi. Tek olumlu yanıysa, sürekli yatmak zorunda olduğu için şarkı yazma konusunda oldukça verimli bir dönemmiş. Pek konduramasak da bu kötü günlerin izleri kaçınılmaz şekilde belli oluyordu. Tüm konser boyunca kimi zaman ayakta bastonundan destek alarak şarkılarını okudu, kimi zamansa yardımcısı Anna Maria'yı çağırıp sandalyesine oturdu. Bazen şarkı sözlerini unuttu, bazense ufak ufak öksürdü. Ama dedim ya, kendisi Marianne Faithfull. Bir şekilde hepsinin üzerinden gelmeyi başardı.

Keşke ben yazmış olsaydım dediği The Stations gecenin ikinci şarkısıydı ve bende tüm gece sürecek olan melankoli furyasının başlangıcı oldu. Babanın ölümünden bahseden bu şarkıyı canlı olarak dinlemek çok istiyordum. Özellikle şu dizeleri tam karşımda Marianne'den dinlemek bambaşka diyarlara götürdü beni;

"Sevinci hissediyorum; diyorlar ki 'yakında burada olacak'
Şimdiyse odamın dört bir yanı iblis kaynıyor*
Diyorlar ki '(o) senin içinde yaşıyor'; diyorlar ki '(o) senin için öldü artık'
Ve şimdi onun ayak seslerini duyuyorum, neredeyse her gece"

*Marianne o sırada elleriyle iblisleri canlandırıyor.


Dedim ya, kendisi hiçbir zaman sesiyle önplanda olmadı. Onu özel kılan şarkıları söylerken duyguları yaşaması ve yaşatması. Bir de kendine has "serseri yönleri". Görece yeni bir şarkı olmasına rağmen Marianne'in klasiklerinden biri kabul edilen Vagabond Ways'ten bahsediyorum. Gazete küpüründe rastladığı bir öyküden yola çıkarak yazdığı bu şarkıda aslında bir nevi kendi serseri duruşuna da selam çakıyor.

"Ah, lütfen doktor
İçki içtim, madde kullandım, seksi seviyorum ve çok sık dolaşıyorum
İlk bebeğimi on dördümde kucağıma aldım
Ve evet, sanırım serseri yönlerim var.
Lütfen, içeri tıkma beni; lütfen serbest bırak beni
Eğer serbest bırakırsan, söz veriyorum geri dönmeyeceğim; deniz ötesi gemiye atlayacağım
Gencim ve fakirim ve evet korkuyorum."


Kendi hayatından şarkılarında fazla bahsetmeyi sevmeyen ve "her nasılsa" aşktan çok sözetmeyen Marianne'in nadir aşk şarkılarından biri olan Love More or Less her zamanki gibi kalpleri titretti.

"Ve ben hep düşünürdüm, aşkın, siyah ve beyaz olarak görülebileceğini"

Eski sevgilileri Mick Jagger ve Keith Richards'ın ortaklaşa yazdığı As Tears Go By'a geliyor sıra. Şarkıya geçmeden önce şakayla karışık bir uyarıda bulunuyor; "bu en iyi şarkıların toplandığı bir turne değil, öyle bir şey bekliyorsanız başka konsere gidin en iyisi; ama tabii bu gece klasiklerden de okuyacağım".

"Günün akşamıydı. Oturdum ve çocukların oyununu seyre koyuldum
Gülen yüzler görüyordum ama benim için değildi
Oturdum ve seyrettim, gözyaşların süzülüşünü"

Temmuz ayında Caz Festivali kapsamında düzenlenen Joan Baez konserinde de dinlediğim It's All Over Now, Baby Blue şarkısı gecenin süprizlerinden biriydi. Normalde Bob Dylan'ın şarkısı olmasına rağmen Marianne, ellerde akustik gitarlar ve teflerle çevresine toplanan grup elemanlarıyla öyle bir yorum getirdi ki, Baez'in yorumunu da Dylan'ın yorumunu da gölgede bıraktı.

"Şimdi terk etmelisin, ne alman gerekiyorsa al,
Ama neleri saklamak istiyorsan da bir an evvel el koymalısın 
Şurada duruyor yetim çocuğun, elinde silahıyla
Ağlıyor, güneşteki ateş gibi
Baksana, azizler geliyor 
Ve her şey sona erdi, melankoli bebeğim"

Uyuşturucu kullanımı ve sigara tiryakiliğiyle gibi kötü alışkanlıklarıyla nam salan birisi Marianne; öyle ki zamanında The Rolling Stones kendisi için Sister Morphine'i yazıyor. Hastalık durumu göz önünde bulundurulursa kötü alışkanlıkları bırakmasının çoktan zamanı gelmiş olmasına rağmen sigaradan vazgeçebildiğini söylemek zor. Elektronik sigarasını eline alıyor ve "umarım panik atak geçirmem bunu yaparken" diyerek bir fırt çekiyor. Salonda gülüşmeler; Marianne soruyor "neye gülüyorsunuz". Gülüşmeler.

Gecenin belki de en büyülü şarkısı, Marianne'in sigara dumanı henüz dağılmadan başlıyor. 60'ların sonunda folk şarkıları söyleyen tanınan bir şarkıcı iken Jagger'dan ayrılan Marianne, oğlunun velayetini kaybeder ve intihar teşebbüsünde bulunur. İki sene boyunca Londra sokaklarında yaşar. Eroin bağımlısıdır ve anoreksi belirtileri gösterir. Uyuşturucu bataklığına saplanan ve adı neredeyse unutulan Marianne'in 1979 yılında çıkardığı Broken English, kendisinin geri dönüş albümü kabul edilir. Tüm zamanların en iyi rock albümleri listelerinde her daim boy gösteren bu albüm zamanında Grammy'e bile aday gösterilir. Albüme ismini veren şarkının ilk notalarının duyulmasıyla salonda alkış tufanı kopuyor ve kendisi ekliyor; "ne zaman listede adını görsem şaşırdığım, sizin de benim de iyi bildiğimiz bir şarkı, Berlin'de uzun zaman önce yazmıştım"

Şarkı aralarında içtiği bitki çayının etkisinden mi yoksa terörün ve savaşların kol gezdiği bir dünyada bu şarkıya duyulan ihtiyaçtan mı bilinmez, o saate kadar çatlak bir sesle şarkıları okuyan Marianne, Broken English'te en ufak bir falso vermiyor. Albümdeki gibi synthler yerine bu sefer davulun seçilmesi de şarkıyı daha da kuvvetlendirmiş. Dinlerken yürekleri titretti adeta.

"Eski bir savaş sadece; Soğuk (bir) Savaş bile değil
Rusça telaffuz etme, Almanca telaffuz etme; kırık bir İngilizce'yle söyle
Babanı kaybet, kocanı kaybet, anneni kaybet, çocuklarını kaybet
Ne için ölüyoruz peki ? Bu benim gerçekliğim değil
Ne için savaşıyorsun ? Ne için savaşıyorsun ? Ne için savaşıyorsun ? Ne için savaşıyorsun ?"

Bitişindeyse sol yumruğunu havaya kaldırıyor ve alkışlar dakikalar boyu susmuyor. Eline aldığı bastonuyla, sol yumruğu havada sıkılı şekilde sahnenin önüne geliyor ve selamlıyor herkesi.

Hemen ertesinde albüm kaydını pek beğenmediğim fakat konser düzenlemesiyle kendini sevdiren Wilder Shores of Love geliyor.

Geçen sene geçirdiği ameliyatlar yetmezmiş gibi bir de hayatında en çok sevdiği insan ölüm döşeğindeymiş. Doktorların umutsuz konuşması karşısında morali altüst olan Marianne, soluğu eski dostu Nick Cave'de almış ve sormuş; "Nick, ben ne yapabilirim söyle bana". Cevap kısa ve öz; "şarkı yazabiliriz". Deep Water işte bu sıkıntılı bekleyişin ürünü.

"Derin sular içerisinde yürüyorum, elimden gelen tek şey bu
Derin sular içerisinde yürüyorum, sana ulaşmaya çabalıyorum
Yüzün benden saklanıyor; aşkınsa apaçık ortada..
Derin sular içerisinde yürüyorum, kaybedecek vakit yok
Derin sular içerisinde yürüyorum, seçecek bir şey kalmadı geride..
Kim korkularımı dindirecek ? Kim gözyaşlarımı silecek ?
Derin sular içerisinde yürüyorum, denize yakınım
Derin sulara soruyorum; 'aşkımı sakın benden koparmayın'"

Peki sonra ne mi olmuş; Marianne'in sözleriyle "büyüsü, duası işe yaramış" ve hayata dönmüş.

Genellikle albüm tanıtım konserlerine denk gelmeyi sevmem çünkü yeni şarkıları hazmetmesi zaman alır. Fakat Give My Love to London o kadar iyi bir albüm ki tüm gece boyu yeni şarkılarını okusa gıkımı çıkarmazdım. Herkesin sevdiği bir şarkısı vardır yeni albümden fakat benim gözdem Late Victorian Holocaust. Bereket versin ki o şarkıyı da dün gece o salonda dünya gözüyle seyrettik. Şarkılardan önce konuşmayı pek seven Marianne, bu şarkının da hikayesinden kısaca bahsetti. Nick Cave'le beraber (kendi deyişiyle Marianne CaveCaveCave ailesiyle) uyuşturucu bağımlıları üzerine şarkı yazmayı düşünmüş ve ortaya bu çıkmış (bağımlılık üzerine yazılmış yeni bir şarkısı olduğu için bu saatten sonra elli yıldır okuduğu Sister Morphine'i okumak zorunda olmadığından dolayı da çok seviçli). Bağımlıların kitleler halinde ölmesini anlatan ve bunu "soykırım"a benzeten şarkıyı anons ederken Marianne tüm bağımlıların da sevgiye ihtiyacı olduğunu söyledi. Madde bağımlılığı gibi kötü alışkanlıkların kutsanmasını doğru bulmuyorum ve zayıflık belirtisi olarak görüyorum ama şurası bir gerçek, bu dünyada herkesin sevgiye ihtiyacı var.

"Goldborne Yolu’ndan yukarı, kanımızda yıldız ışıklarıyla
 Köprünün üzerinden ve kanal boyunca 
(Adeta) geç Viktorya Dönemi soykırımıydı, dostum 
 Karanlıklar içersindeki yıldız bebekleriydik 
Meanwhile Park’ta kusuyorduk; sonrasındaysa birbirimizin kollarında uyuyorduk
Mutluluktan ötede, acılardan ötede; tatlı ufak uyku
Düşlerim saklaman için senindir.. 

Goldborne Yolu’na dönüyoruz, işte gidiyoruz 
Ama kimse bir daha uyanamayacak 
Ve kimse bir daha yükselemeyecek 
Ve bir daha asla gidemeyeceğiz; kanal boyuna ve Goldborne Yoluna
Tatlı ufak uyku 
Düşlerim saklaman için senindir"
 


Requiem for a Dream'i hatırladım o an. Stüdyo versiyonunda bulunan keman solosu ise eşsiz.


Ölümlerden, savaşlardan, hastalıklardan ve ayrılıklardan tüm gece boyu söz ederek bizleri melankoli sınırından defalarca geçiren Marianne, durumun farkında olacak ki bir sonraki şarkıyı okumadan önce şunları dedi, "sanırım gecenin tek umut dolu şarkısını şimdi söyleyeceğim". Roger Waters'ın yazdığı Sparrows Will Sing ile salonun morali bir nebze olsun yükseldi ve yüzler güldü. Bense hala karamsarlıktan kurtulamamıştım. Şimdiye kadar birçok konsere gittim ama herhalde içlerinde en karanlık olanı dün gecekiydi.

37 yaşında olan ve hayatı boyunca bir kez bile Paris'i üstü açık arabayla dolaşmadığını fark eden Lucy'nin, kocası işte ve çocukları okuldayken ev işlerinden usanıp intihara teşebüsünü anlatan The Ballad of Lucy Jordan ise geceye noktayı koydu. 

Yoğun alkışa kayıtsız kalamayan Marianne, fiziksel olarak zorlanmasına karşın son bir kez sahneye döndü ve Twin Peaks'in ve diğer birçok David Lynch filminin müziklerini besteleyen Angelo Badalamenti'yle beraber  La fille sur le pont filmi için yazdıkları, albümlerinde rastlanmayan ve nadir olarak söylediği Who Will Take My Dreams Away'i okudu. Şarkıyı çok sevdiğimden dolayı "ya okumazsa" hezeyanları içerisinde geçen bir buçuk saatin sonunda Marianne, bu özel şarkıyla bana unutulmaz bir hediye verdi. Şu dizelerle veda etmekten daha ötesi var mı;


"İşte şimdi görev tamamlandı ve tüm arkadaşlar burada.
Kötü şeyler ışık tarafından alaşağı edildi
Yaşam devam ediyor
Sonuna dek"

Yeniden görüşmek üzere sözünü verdi ve sahneden güleryüzüyle geldiği gibi indi. Gerek melankolik şarkı seçimi, gerekse Marianne'in fiziksel durumu beni fazlasıyla üzdü. Normalde şapşal bir gülümsemeyle ayrılırım konserlerden. Bu defa buruk ayrıldım. Ne zaman görüşürüz bir daha bilemiyorum; ama onu hep sigara dumanlarının arkasında atığı puslu bakışlarla ve bitmek bilmez kahkahalarıyla hatırlayacağım. Kimse hayallerimizi bizden alamayacak Marianne, emin olabilirsin.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder